Hayır çıkarsa…

Yazının başlığı sizi yanıltmasın; referandumdan evet çıkacağı konusunda pek kuşkum yok. Zaten kamuoyu araştırmaları da bunu gösteriyor.
Bu başlığı, evetçilerin hayır çıkma ihtimaline karşı çizdikleri “The day after” tabloları konusundaki rahatsızlığımı dile getirmek için attım.
Muhtemelen biliyorsunuz; The day after (Ertesi Gün) ünlü bir filmin adı. Nükleer bir felaketin ertesi günü dünyanın halini tasvir ediyor.

Referandum tarihi yaklaştıkça hem basında hem de hükümet cenahında -son kararsızları da kazanma taktiği olsa gerek- iknadan çok korkutmacaya yönelik bir propaganda aldı başını yürüdü.

Köşelerde yazılan, miting meydanlarında anlatılan senaryolara bakılacak olursa

hayır çıkarsa:

Ergenekon Davası sizlere ömür olacak.

Tabii o zaman Ergenekon yaralı bir hayvan gibi üstümüze saldıracak. Kaybettiği bütün mevzileri birer birer geri alacak.

Darbecilerin yargılanması bir başka bahara kalacak.

Askeri vesayet rejimi bütün kurumlarıyla tekrar geri gelecek.

Kürt sorunu çığırından çıkacak, iç savaş yaşanacak.

Ekonomide istikrar yok olacak.

Yabancı sermaye gelmeyecek.

Avrupa Birliği hayal olacak.

Özetle, hayır çıkması halinde Türkiye’nin son on yılda aldığı yol sıfırlanacak; her şeyi sil baştan yapacağız.

Böyle bir tablo gerçek olabilir mi? Böyle bir tabloyu gerçek sanmak topluma karşı haksızlıktır her şeyden önce. Son yıllarda aldığımız yolun büyük ölçüde toplumsal dinamiklerin sonucu olduğunu; sosyal, siyasal, ekonomik, iç, dış birçok etkenin iç içe ve bir arada yarattıkları bir konjonktür olduğunu inkar etmektir.

Ben size olacak olanı söyleyeyim:

Referandumdan hayır çıkması halinde -ki bu ihtimal sıfıra yakındır- elbette bazı olumsuz gelişmeler yaşanabilir. Hükümet zayıflayabilir; reformlara devam konusunda şevki kaçabilir; yeni bir anayasa konusu bir süre için rafa kalkabilir. Değişimin hızı yavaşlayabilir. Ama tersine gidiş yaşanamaz.

Değişimde kritik süreç artık aşılmıştır. Artık hiçbir güç Türkiye’nin derin devletle hesaplaşması sürecini durduramaz; Ergenekon’un üstünü örtemez. Darbeler dönemini geri getiremez. Kürt sorununda yapılan tartışmaları geri alamaz; tekrar Kürtler’i inkar politikasına geri dönemez. Artık hiç kimse şeriat fobilerini tekrar hortlatamaz; dini duyarlılıklara sahip partileri “gayrimeşru” ilan edip siyasetin dışında tutma çabaları artık hiçbir işe yaramaz. Bu halk artık son on yılda yaşadıklarını, duyduklarını, öğrendiklerini unutup “hiçbir şey olmamış gibi” eski rejim içinde yaşamaya razı olmaz.

X x x

Aslında biz bunu hep yapıyoruz: Her kritik dönemeçte o dönemeç aşılamazsa Türkiye’nin önünde büyük bir uçurum açılacağını ve ülkenin o uçurumdan yuvarlanacağını sanıyoruz. Avrupa Birliği’ndeki her kritik oylamada, Anayasa Mahkemesi’nin her kritik kararında yüreğimiz ağzımızda bekliyoruz. Her seçim sonucunu bir hayat-memat meselesi haline getiriyor ve kabuslar görüyoruz.

“The day after” senaryolarını yazanlar bunu çoğu zaman ajitasyon amaçlı olarak yazıyor olsa da, bu senaryoların toplum psikolojisi üzerinde son derece zararlı etkileri oluyor.

Öyle bir ülke ki kaderi hep bıçak sırtında…

Böyle bir ülkede yaşamanın ne kadar yıpratıcı bir şey olduğu açık değil mi?

İnsanların en büyük ihtiyacı güven duymaktır. İnsanlar yarınına güven duymak ister; istikrar içinde yaşamak ister; bu güven ve istikrar duygusu içinde geleceğini planlayabilmek, hayaller kurabilmek ister.

Adım başı önüne çıkardığımız bu felaket senaryolarıyla biz insanların elinden en değerli şeyini; hayallerini alıyor; kendi kaderini tayin etme hakkı elinden alınmış, geleceği olmayan; kendine güvensiz, umutsuz bir toplum yaratıyoruz.

Ondan sonra da bu toplumdan değişim iradesi bekliyoruz.

Yarın, referandumda oyların yarıdan bir fazlası hayır çıkarsa her şey tersine dönecekse; her şey bu kadar pamuk ipliğine bağlıysa, o toplum değişime neden inansın ve neden değişim için kendini öne atsın?

Bugün, 04.09.2010

 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et