Geçen hafta sonunu Antakya’da geçirdim. Liberal Düşünce Topluluğu’nun, klasik Hürriyet Mektebi faaliyetleri çerçevesinde bu güzel ilimizde düzenlediği “Medeniyetin Temelleri: Özgürlük, Adalet, Barış” adlı toplantıya katıldım ve bir konuşma yaptım.
Değerli fikir arkadaşım Ahmet Hamdî Ayan’ın ev sahipliği yaptığı bu toplantı çok seçkin, bilgili ve gayretli insanları bir araya getirdi. Her biri birer mahalli lider olan bu insanlara bazı fikirlerimi aktardığım gibi kendilerinden çok şeyler de öğrendim. Civarda yaptığımız gezilerde de Antakya’nın gerçekten tam bir kavşak olduğunu, farklı dil, din, etnisite ve kültürleri içinde barındırdığını bizzat gözleme imkânı ve fırsatı buldum.
İnsan haklarıyla ve anayasal demokrasiyle ilgilenen biri olarak ildeki sorunlardan da haberdar olmak isteyince hiç sıkıntı çekmedim. Suni problemler yaratmakta dünya rekortmeni olmaya aday bu ülkenin parçası olan bir yer elbette problemsiz kalamazdı. Nitekim, iki problemi mağdurlarından dinleyerek öğrendim. İlki Romanlar içinde bir grup olan Domların kökleri tarihe gömülü ayrımcılığa maruz kalma sorunu, ikincisi ise Arap Alevîlerinin (Nusayri vatandaşlarımızın) din eğitimiyle ilgili trajikomik sorunuydu.
Domlar Romanların bir grubu. Sayılarının en az 2 milyon olduğu söyleniyor. Bir grup Hatay’da yaşıyor. Birçok toplum kesimi gibi hem toplumsal önyargıların hem de kamu otoritesinin ayrımcı uygulamalarının mağduru oluyor Domlar. Her nasılsa bazı toplum kesimleri, Domlar hakkında, empirik temeli olmasa da, nesiller boyu yaşamayı başarmış hurafelere uzanıyor. Onları kolayca suçlayıcı ve dışlayıcı bir tavrı benimsiyor. Bunun da etkisiyle Domlar toplumun en fakir kesimi. Demir işlemeciliği, dişçilik gibi geleneksel meslekleri de artık icra edemedikleri için hayat seviyelerini yükseltemiyorlar. Bilhassa gençler dertli. Gençler arasında işsizlik oranının % 90’larda olduğu söyleniyor. Bunun başka hiçbir toplum kesiminde bu denli yüksek olduğunu sanmıyorum. Ancak, Domlar kamu otoriteleri tarafından da ayrımcılığa maruz bırakılıyor. Kamudaki işlere giremiyor. Bir Dom, kimliğini saklamadan memur olamıyor. Memur olmak isterse yaşadığı yeri terk edip tanınmadığı yerlere gitmesi ve işinde kimliğini gizlemesi gerekiyor. O kadar zayıflar ki, devletin Sosyal Dayanışma ve Yardımlaşma Vakfı’ndan da diğer toplum kesimleri kadar destek alamıyorlar. Böylece fakirlik ve zayıflık nesilden nesile aktarılıp gidiyor.
Son zamanlarda bir iyi gelişme olmuş. DOMDER adıyla bir dernek kurmuşlar. Seslerini duyurmak ve ayrımcılığa karşı mücadele etmek için harekete geçmişler. Şehirdeki ilkeli ve vicdanlı başka kişi ve kesimlerden de destek alarak bu yolda yürümek istiyorlar. Bu derneği ziyaret ettik. Dernek Başkanı Mustafa Bey ile yönetim kurulu üyeleri Emine ve Arzu Hanım’daki kararlılık ve mücadele azmi beni çok etkiledi ve sevindirdi. İnanıyorum ki, zorluklarla dolu ve uzun sürecek olsa da, haklı mücadeleleriyle birçok engeli aşacaklardır.
DİNÎ ÖNDERLER KİME NE ZARAR VERMİŞTİR?
Hatay’da haberdar olduğumuz bir diğer problem, Arap Alevi vatandaşlarımızın din eğitimi verme hakkıyla ilgili. Arap Alevîler Türkiye’de hem okullardan hem de Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan din eğitimi ve temsil bakımından dışlanmış durumda. Bu yüzden on yıllardır kendi dinî grupları içinde kendi imkânlarıyla ve büyük zorluklar altında çocuklarına dinlerinin temel ilkelerini ve değerlerini aktarmaya çalışıyorlar. Din eğitimi yapma-yapabilme her dinin mensuplarının uluslararası insan hakları sözleşmeleriyle garanti altına alınmış bir hakkı. Bu çerçevede Hatay’ın Samandağ ilçesindeki vatandaşlarımız on yıllardır evlerde dinî sohbetler düzenlemekteler. Birkaç ay önce tuhaf bir olay oluyor. İlçede dışarıdan gelenlerce bir Kur’an kursu açılıyor. Bir mahalli gazete, halka “çocuklarınızı kime gönderdiğinize dikkat edin” yolunda bir uyarı yapıyor. Kaymakamlık, bunun üzerine, vatandaşların on yıllardır sürdürdüğü dinî sohbetlerle ilgili olarak savcılığı harekete geçiriyor. Altısı “inanç önderi” (şeyh) toplam 10 kişi mahkemeye sevk ediliyor. Şimdi, genç nesillere dinlerini öğretmekten başka bir işi olmayan dinî önderler, karakollarda ve duruşma salonlarında, tabir caizse, sürünüyor.
Bu uygulamanın demokrasiyle, insan haklarıyla ve din özgürlüğüyle çatıştığı çok açık. Ancak, problem iki yönlü. Birinci ve uzun vadede daha önemli yön, Arap Alevileri Sünnileştirme politikasıyla ilgili. Devlet tarafından da desteklendiği anlaşılan bu politika yanlıştır ve din özgürlüğüne aykırıdır. Alevilik de Sünnilik de inananları için doğrudur. Biri diğerine üstün veya ondan aşağı değildir. Herkes içinde bulunduğu dinin doğru olduğuna inandığı için oradadır. Hiç kimsenin diğerini değiştirmeye zorlama hakkı ve yetkisi bulunamaz. Kamu otoriteleri de bu gruplardan birini diğerine tercih edemez. O yüzden Alevileri Sünnileştirme fikrinden ve bu fikre dayalı icraatlardan vazgeçmelidir. İkinci yön, dinin veya dinî yorumun serbestçe öğrenilmesi ve öğretilmesiyle ilgilidir. Sünni İslam anlayışının vergilerle finanse edilen Diyanet tarafından desteklenmesine (ve elbette manipüle edilmesine) karşılık, Aleviler, özellikle Arap Aleviler kendi imkân ve kabiliyetleriyle dinlerini koruma ve sürdürme çabası içindedir. Bu amaçla eğitim yapmalarından ve sohbetler düzenlemelerinden daha tabii ne olabilir? Bu dinî önderler kime ne zarar vermiştir? Kimin, hangi haklarını ihlal etmiştir? Görevi vatandaşların hayatını kolaylaştırmak olan kamu otoriteleri niçin Alevi şeyhleri taciz etmektedir? Bunun bütün Arap Alevi toplumunu hedef yapma anlamına geleceği ve toplumsal uyuma ve barışa çok zarar vereceği niçin görülmemektedir?
Hatay çok güzel bir yer. Hem insan unsurunun zenginliğiyle hem toprağının ve ürünlerinin renklilik ve çeşitliliğiyle heyecan verici bir coğrafya. Bu coğrafya çatışma değil uyum; savaş değil barış üretmeye çok yatkın. Ama, ne yazık ki, vatandaşlarını ne ise o olarak kabul etmek yerine tanımlamayı ve dönüştürmeyi amaçlayan siyasî felsefenin tecessümü olan devlet politikaları bu barış ortamını dinamitliyor. Domların ve Arap Alevi’si şeyhlerin maruz bırakıldığı ayrımcılıklar ve onlara yönelik insan haklarına aykırı uygulamalar, bu ülkenin en acil ihtiyacının devlet otoritesinin ve yerel uzantılarının bir an evvel insan haklarına saygı gösterme ve anayasal demokrasiye uyma çizgisine çekilmesi olduğunu bir kere daha anlamamı sağladı.
Zaman, 23.04.2010