Son zamanlarda başlıktaki bu soruyu sık duymaya ve okumaya başladığımı fark ettim. Soru tarafların varlığını barındırıyor. Ve ben bu sorunun hangi tarafları kastederek sorulduğunu duyunca çok fazla kırıldığımı hissediyorum.
Ülke olarak, hiç kimsenin hayatında unutamayacağı, herkesin rüyalarına gireceği oldukça travmatik bir olay atlattık. Evet. Elbette 15 Temmuz’da. Bu sadece hayatta kalanlar için bir travmaydı. Unutmayalım ki burada, sadece travma diye bahsettiğim meselede, hayatını kaybeden, şehit olanlar ve şu an aramızda olmayanlar var. Bizim için travma olabilir ama onlar hayatlarını kaybetti ve herhangi bir hisse kapılacak durumda değiller. Onların yerine aileleri, sevenleri bizim tahmin ve tarif edemeyeceğimiz hisler içerisindeler. Böylesi bir olayla karşı karşıyayken bazıları işten atılmalara, atılanların ailelerine, yakınlarına üzülmeyi deniyor. Lütfen kendinize gelin. Henüz onlara üzülmeye sıra gelmedi. Tabiî eğer sizin için sıradalarsa.
İşten atılmalar, “at izi it izine karıştı” ifadesi üzerinden anlam bulmaya başladı. Evet atılmalarda haksızlıklar da olmuş olabilir. Nitekim bu işlemlerin de başında insan var ve insanın olduğu her yerde hatayla karşılaşmak mümkün. Fakat bunu da en aza indirmek için Başbakanlık bünyesinde bir kurul oluşturuldu. Haksızlığa uğradığını düşünenler buralara başvurarak kendileri hakkında detaylı incelemelerin yapılmasını sağlayabilecek. Fakat 15 Temmuz’da parmağı olan, 15 Temmuz’a giden yola taş döşeyen, taş taşıyan, harç yapan, harç için çimento taşıyan, su taşıyan kim varsa hesap vermekten kurtulmamalı. Umarım bu konuda elden gelen hassasiyet gösterilir.
Benim anlam vermekte zorladığım nokta, yakınımızda veya medyada bulunan bazı kimselerin “Hangi birine üzülelim?” diye dert yanmalarıdır. Soru kendi başına tam olarak neyi içerdiğini anlatmak için fazla kapalı. Fakat kederli bir şekilde soruyu soran bazı kimseler burada tarafları kesinlikle yanlış belirliyorlar. Sadece yanlış demek de yetmiyor. Bazen adaletsizce, bazen ahlâksızca ve bazen de aptalca yapıyorlar bunu. “‘Darbeciye mi yoksa şehit ve gazi olanlara mı?’, ‘Darbeci yakınlarına mı yoksa şehit ve gazi yakınlarına mı? Hangi birine üzülelim?'” Bu soru böyle sorulmaz. Bu sorunun tarafları bu şekilde belirlenmez. Elma ile armudu kıyaslayamazsınız. Böyle bir iyi niyet olamaz. Eğer illa hangi birisine üzülelim diye soracaksanız yardımcı olmaya çalışayım:
Abisine “Bugün ölürsek çok güzel bir ölüm olacak” diyen 32 yaşındaki ‘gülen şehit’ Ali Alıtkan’a mı yoksa onun geride bıraktığı 7 yaşındaki kızına mı, yoksa bu 7 yaşındaki minik kızın babasının ardından “Neden benim babam öldü, hani ihtiyarlar ölürdü dede” sorusu karşısında sessizliğe bürünen dedesine mi üzülelim?
Boğaz Köprüsü’nde açılan ateş sonrası yaralanıp hastanede hayatını kaybeden Timur Aktemur’a mı yoksa ona ulaşmaya çalışırken telefona çıkan farklı bir sesin ona abisinin vurulduğunu söylemesi sonrası hemen “Benden başkası ararsa açma, annem-babam yaşlı ve uzaktalar, merak etmesinler” hassasiyetini gösteren Engin Aktemur’a mı üzülelim?
Henüz ‘hayatın baharı’ dedikleri yaşta, 21 yaşında, kendi ülkesinin askeri tarafından vurularak şehit olan Murat Akdemir’e mi yoksa ona telefonda “Murat derhal eve geliyorsun!” dediği an da Murat’tan sadece “Ah!” sesini duyan babasına mı üzülelim?
Boğaziçi Köprüsü’ne giden İstanbul Emniyet Müdürü’ne askerlerden açılan ateş sonrası üzerine atlayarak müdürünü korumak isteyen 41 yaşındaki Münir Alkan’a mı yoksa tek çocuğu, 6 yaşındaki, “Kahraman oldu benim babam. Bir sürü kişiyi kurtardı. Bir daha göremeyeceğiz ama o bir kahraman.” diyen kızı Asya’ya mı üzülelim?
Eşi gitmesin diye kapıyı kilitledikten sonra “balkondan atlarım” diye tehdit edip koşarak ölüme giden 30 yaşındaki İbrahim Ateş’e mi yoksa 4 ve 7 yaşındaki iki çocuğuna mı üzülelim?
Hem mide hem de kemik kanseri olan, kardeşi ile birlikte Ankara’ya tedaviye başlamak için gelip darbe haberini alır almaz sokağa çıkarak üç mermi ile hayatını kaybeden 31 yaşındaki o dirayetli Sedat Kaplan’a mı yoksa gurbette, hasta olan abisini, tedavi olması için bilmediği bir şehre getirip sabaha kadar haber almaya çalışan, çaresiz ve endişe ile bekleyip ve sonunda da memleketine yalnız dönmek zorunda kalan kardeşine mi üzülelim?
Evden çıkarken kendisiyle birlikte gelmek isteyen babasına; “Ben şehit olacağım. Sen benim çocuklarıma bak. İkimiz birden ölürsek bu çocuklara kim bakacak” diyerek şehit olmaya koşan ve sonunda da olan 34 yaşındaki Ömer İpek’e mi yoksa geride bıraktığı, babalarını hiç göremeyecek ve tanıyamayacak olan, dedelerinin büyüteceği beş aylık ikizlere mi üzülelim?
17 yaşında, sağlıkçı, babasının “sıkıntı var geri dönelim” sözüne karşılık “madem sonuna kadar gitmeyecektik niye buraya kadar geldik” diyerek yollarına devam eden ve Genelkurmayın önünde babasından ayrıldıktan sonra, babasının telefon edip yanına çağırmasına karşılık “Sağlıkçıyım, belki yaralanan olur yardım ederim” deyip reddeden ve sonrasında sırtından yediği üç kurşunla hayatını kaybeden gencecik delikanlı Uhud Kadir Işık’a mı yoksa o esnada oğlunun yanına gidip oğlunun sırtından oluk oluk kan aktığını görmek zorunda kalan bir babaya mı üzülelim?
Köprüye gittiğinde sosyal medya hesabına “Eve erzak almaya değil, vatana sahip çıkmaya geldik” diye yazan 20 yaşındaki Batuhan Ergin’e mi yoksa bir adım ötesinde, gözlerinin içine bakarak konuştuğu, kendi ülkesinin askeri olan hain bir yüzbaşı tarafından göğsünden vurulup sadece birkaç adım atarak yere yığılan Mete Sertbaş’a mı üzülelim?
“Sana, vatanımız ve milletimiz adına tarihî bir görev veriyorum. Tuğgeneral Semih Terzi vatan hainidir, isyancıdır. Onu karargâha girmeden öldür! Bunun sonunda şehadet var, biliyorsun seninle 20 yıllık beraberliğimiz var. Hakkını helal et” diyen komutanına karşılık, “Başüstüne Komutanım, hakkım helal olsun” diyerek sonunu bile bile emri yerine getiren, 15 Temmuz’un başarısız olmasının en önemli baş kahramanı Ömer Halisdemir’e mi yoksa ondan haber bekleyip evinin camından dışarı bakarken ambulansı görünce “İnşallah Ömer’i yaralı getirirler” diye dua eden eşi Hatice Hanım’a mı üzülelim?
Gördüğünüz üzere hangisine üzüleceğiz diye dertlenip kederleneceğimiz çok isim ve hikâye var. Öyle ki burada isimleri geçenler sadece birkaçı.
Eğer bu kahramanlar için değil de alçaklar için kederlenirseniz, o günün kahramanlarının kahramanlıklarına gölge düşüreceksiniz.