Türkiye’de son yıllarda siyasî pozisyonunu savunduğu fikirler değil hissettiği yoğun nefret üzerinden belirleyen bir zümre ortaya çıktı. Nefretlerinin hedefi Tayyip Erdoğan. Bu kimseler Erdoğan’dan şu veya bu sebeple nefret ediyor. Ülkenin her sorununun tek sorumlusunun Erdoğan olduğunu düşünüyor.
Akıl ve mantık dışı bir yaklaşımla, tüm problemlerin çözümünün ancak ve yalnızca ondan kurtulmakla gerçekleşeceğine inanıyor. Bu kimselerin psikolojisini başka yazılarda etraflı şekilde ele alacağım…
Bu zümredeki kişiler, hayatın değişik yollarından gelmekle ve farklı ideolojik/toplumsal tabakalara mensup olmakla birlikte, ortaklaşa, Erdoğan’ın mümkünse fiziksel olarak yok olmasını, değilse iktidardan düşmesini istiyor. Herhangi bir ilkeyi veya kuralı engel olarak görmeden, her ne pahasına ve her ne şekilde olursa olsun bunun gerçekleşmesini temenni ediyor.
Bu kimseler nefretlerinin açık tezahürünün ve her türlü kuralın ihtirasa dönüşen beklentileri adına çiğnenmesinin ne gibi toplumsal sonuçlara yol açacağından ya habersiz ya da bunu önemsemiyor. Katı tavırları Erdoğan’ın dayandığı ağırlıklı olarak dindar sosyal tabakaların da sertleşmesine ve benzer bir karşı tavır geliştirmesine yol açıyor. Böylece medyayı ve tartışma ortamlarını karşılıklı sevimsiz, edepsiz, çirkin sözler işgal ediyor.
Erdoğan nefretinden gözü dönmüş kimseler bir yolunu bulup ona yönelik ağır, rahatsız edici, hakaretamiz sözler sarf ediyor. Sosyal medyadaki mesajlarında, gazete ve dergilerdeki yazılarında, televizyonlardaki yorumlarında bunu yapıyor.
Bu tür sözler Erdoğan’ın pozisyonunda ve ona destek veren kitlelerin Erdoğan’a bağlılığında bir değişiklik meydana getirmiyor; hatta tersine, dindar insanları politize ediyor ve radikalleştiriyor, destekçisi kitlelerin AK Parti’ye bağlılığını güçlendiriyor. Ancak, bu kimseler, yüreklerini soğuttuğu için olsa gerek, aynı tavrı sürdürüyor.
Her insanın bir haysiyeti, onuru var. Hiç kimse hakarete maruz bırakılmak istemez. Erdoğan’a ağır sözlerle saldıranlar aynı sözler kendileri için kullanılsa muhtemelen isyan eder. Bununla beraber, tanınmış şahsiyetlerin korunan özel alanı sıradan insanlarınkine göre daha dar olmak durumunda. Bu yüzden, kamusal figürlerin, bu çerçevede Erdoğan’ın, daha çok ve nispeten daha ağır eleştirilere açık ve hazır olması gerekiyor.
Erdoğan bu tür sözlere karşı bazen sözle cevap veriyor bazen yargıya başvuruyor. Onun şikâyeti olmasa bile bazı savcılar da ya kimi vatandaşların suç duyurularıyla ya gerektiği düşüncesiyle ya da iktidarın hoşuna gideceği beklentisiyle hukukî takibat başlatıyor.
Oturup hepsi üzerinde çalışmış değilim ama muhtemeldir ki bu takibatların bir kısmı gereksiz diğer bir kısmı ise sonuç vermeyecek teşebbüsler. Pek az soruşturma gerçekten yapılmayı hak ediyor ve mahkemelerin ceza verme kararıyla sonuçlanıyor.
Buna karşılık, bu tavır kolayca ifade özgürlüğüne engel çıkartabiliyor. Hem içerde hem dışarda Erdoğan’ın ve yargı makamlarının tahammülsüzlüğü olarak algılanıyor ve yorumlanıyor. İlginç bir şekilde, böyle bir manzaranın doğmasını sağlamak için bazı kişiler ve çevreler özellikle çaba sarf ediyor.
Bu durumda ne yapmak gerekir?
Bence kamu otoriteleri, önemli siyasî figürler, sanatçılar eleştirilere karşı daha tahammüllü olmalı. En başta da Erdoğan. Cumhurbaşkanı her sataşmayı, laf atmayı/çarpmayı dikkate almamalı. Tersini yaptıkça, tüm sataşmalara laf yetiştirmeye veya hukukî soruşturma açtırmaya kalkıştıkça, yeni atakları davet etmiş oluyor.
Yargı makamları da ikide bir ona buna soruşturma açmaya koşmamalı. Netice itibariyle bu biraz da toplumun ve toplumsal kesimlerin olgunlaşması meselesi. Her şey hukukla çözülemez ve tanzim edilemez. Erdoğan’a yapılan ağır sözlü saldırı ve sataşmalara gerekirse onu savunanlar, taraftarları, sevenleri sosyal medyada, geleneksel medyada ve sohbet/tartışma ortamlarında cevap verebilir. Böylesi herkes için daha iyi.
Yeni Yüzyıl, 15.12.2015