Millet olarak birbirimizin hakkına ve hukukuna saygı konusunda vereceğimiz ortak karar…” M. Görmez
12 Eylül darbecileri Türkiye’ye bol geldiğini düşündükleri 1961 Anayasası yerine yeni bir Anayasa hazırlatırken ‘Din ve vicdan özgürlüğü’ maddesine dünyanın belki de herhangi bir anayasa metnine geçmiş ilk ve tek dersini de eklerler.
Aslında Türkiye’de yaşananlar düşünüldüğünde yapılan çok da şaşırtıcı değildir. 1981’de Ankara Ü. İlahiyat Fakültesince düzenlenen ‘Türkiye 1. Din Eğitimi Semineri’nde 12 Eylül öncesi yaşanan Maraş ve Çorum Katliamlarına atıfla din dersinin mezhep çatışmasını önleyecek şekilde düzenlenmesi gerektiği dile getirilir. Tartışma bir süre daha devam eder ve bu görüş kendisine Anayasa’da da yer bulur.
Devlet, komünizm tehdidine (!) karş ı bu kez Anayasal bir önlem alır:
“Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve orta-öğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır…”
***
Alevi çalıştaylarına katılan Ankara ilahiyat hocalarından Sayın Beyza Bilgin bu maddenin yazılmasında kendisinin de çok ciddi mesaisi olduğunu belirtmiş; Alevilerin din derslerinde maruz kaldıkları ayrımcılık ve yaşadıkları travmaları dinlediğinde de üzülerek “Biz böyle bir şey düşünmemiştik! Bunların olacağını bilseydik böyle bir şey yapmazdık” demişti.
Zorunlu din derslerinde (ZDD) Alevilerin yaşadıkları travmaları anlatmaya sanırım gerek yok bilen biliyor. Sonuçta iyi niyetlerin sahada aynı aksi bulmadığı gibi bu derslerin içeriği de kimseyi memnun etmedi.
Bizde fikri takip olmadığı ve günlük yaşadığımız için de bu derslerden geçmiş yıllarda Sünni çoğunluğun da rahatsızlık duyduğunu bugün unuttuk! Tıpkı Diyanetten duyulan rahatsızlığın unutulması gibi.
Bunu da çok görmemek lazım, çünkü devletimiz biz basit kullarına -dünden bugüne- ilkesel olmayı değil anlık davranmayı öğretti. İlkeselliğimiz de iktidar ya da muhalefete uzak-yakın oluşumuza göre değişiyor.
Buna en basit örnek seçim barajının hala yerinde duruyor olmasıdır. Halbuki bütün partilerimiz kurulurken bu baraja karşı…
ZDD ile ilgili AİHM’de verilmiş kararlar var ve AİHM bu dersleri mevcut hali ile ‘din ve vicdan hürriyeti’ne aykırı bularak devletimizden bu durumu düzeltmesini istedi. İstedi istemesine ama bugüne kadar AİHM kararlarının uygulanması konusunda bir adım atılmış değil.
Tek yaptığımız DİB eski Başkanı M. Görmez gibi “Millet olarak birbirimizin hakkına ve hukukuna saygı konusunda vereceğimiz ortak kararın, bütün mahkemelerin kararlarından çok daha yüksek ve yüce olduğuna inanırım” diyerek ne kadar duyarlı olduğumuzu göstermek.
Aynı duyarlılık mahkemelerimiz için de geçerli, pek çok davada AİHM’e gidildiğinde ülke olarak ağır cezalarla karşılaşacağımız biline biline kararlar verilir, Türkiye’nin altına imza attığı ve uygulayacağını deklare ettiği uluslararası hukuk metinleri genelde görmezden gelinir.
***
Ancak aralık ayı içinde mahkemelerimizden bu geleneksel alışkanlığı bozan iki önemli karar çıktı ve her iki kararda da hâkimlerimiz AİHM kararlarına atıflarda bulunarak karar verdi.
Önce Yargıtay, yerel mahkemenin Cemevlerinin ibadethane olduğuna ve elektrik faturalarının devlet tarafından ödenmesi gerektiğine hükmeden kararını onadı. Geçen haftada kızının ZDD’ne girmesini istemeyen S. Aysever’in davası temyize gitmeden sonuçlandı.
Davayı kısaca özetlersek Aysever kızının ZDD’ne girmemesi için dilekçe verir; İl M.E. Müdürlüğü de veli Hristiyan ya da Musevi olduğunu belgelerse çocuğunun bu dersten muaf olabileceği bildirilir. Konu mahkemeye taşınır. Davaya bakan İstanbul 4. İdare Mahkemesi AİHM’nin 2007 ve 2014’te Türkiye’yi mahkûm eden kararlarına ve anayasamıza(!) atıfla Aysever’i haklı bulur.
Mahkeme “Sadece T.C. uyruklu Hristiyan ve Musevilik dinlerine mensup olan öğrencilere muafiyet tanınmasının, bu iki din dışında başka dinlere inanan, hiçbir dine inanmayan ya da tanrı tanımaz kişiler ile bu iki dine inananlar arasında muaf tutulma noktasında eşitsizlik yaratacağı da açıktır.” der ve velinin, çocuğunun dersten muaf tutulması için hangi dine mensup olduğunu ya da olmadığını açıklamak zorunda bırakılmasını belki ironi gibi olacak ama mevcut anayasaya da aykırı olduğunu vurgular.
Kopenhag kriterlerini Ankara kriterleri yapmaktan bahsetmiştik değil mi? Darısı başka sorunlarımıza.
Karar, 26 Aralık 2018