Anayasa Mahkemesi’ndeki iş yükünün fazlalığı, davaların geciktiği, gerekçeli kararın yazımının uzun bir süre aldığı vakıadır. Anayasa’ya aykırılık gibi her alana yayılmış konularda araştırma ve teorik birikim gerektiren bir yargılama için, hâkimlere yeterli zamanın verilmesi gerekeceği açıktır. Yaşanan sorunların çözümü, üyelerin niteliği ve seçimi gibi konular yeniden yapılanmayı zorunlu kılmaktadır.
Öncelikle Anayasa Mahkemesi’nin asli işi olmayan dava türleri başka mahkemelere verilmelidir. Örneğin Yüce Divan davaları, siyasi partilerin mali denetimi, siyasi partilere ihtar ve davaları Anayasa Mahkemesi’nden alınmalıdır. Anayasa Mahkemesi, yapısı gereği ceza yargılaması yapmaya ehil değildir. Üyeler arasında ceza yargılaması yapmayanlar olduğu gibi hâkim sınıfından olmayan üyeler yargılama faaliyetine tümden yabancıdırlar. Partilerin mali denetimi konusunda kesin hesap incelemesi ancak 4-5 yıl sonra yapılabilmekte ve mali denetim gibi teknik ve yargılama içermeyen bir konu ile mahkemenin meşgul edilmesi kesinlikle yerinde bir yöntem değildir.
Bu davalara bakmakla görevli olarak Yargıtay’ın önerdiği Ceza Dairesi Başkanlar Kurulu pekala görevlendirilebilir. Anayasa Mahkemesi bu öneriye karşı çıkmaktadır; ancak bu konu mahkemeler arasında alt-üst ilişkisi şeklinde görülecek türden değildir. Adalet dağıtımı kompleks kaldırmaz. Bakanlarımızı, Başbakanımızı yargılarken adalet dağıtımına en uygun yapıda bir mahkemenin yargılama yapması gerekir. Ceza yargılamasında Anayasa Mahkemesi’nin en az, Yargıtay Ceza Dairesi Başkanlar Kurulu’nun en fazla ehil mahkeme olduğu açıktır.
Ayrıca belirtmek isterim ki, anayasa yapılırken unutulmuş bulunan TBMM Başkan ve Başkanlık Divanı üyeleri ile Genelkurmay başkanının görev suçları nedeniyle Yüce Divan’da yargılanmaları yönünde ekleme yapılmalıdır.
Parti kapatmanın tümden kaldırılması ve suç işleyen yöneticilerin şahsen mesul olması fikrimi saklı tutarak, siyasi parti kapatma davalarına da Yargıtay Ceza Dairesi Başkanlar Kurulu bakabilir. Yargıtay başsavcısının tek başına vereceği bir kararla dava açılabilir olmasının sakıncaları da açıkça ortaya çıkmıştır. Bu nedenle Sn. Tayyip Erdoğan’ın önerdiği TBMM ön izninden sonra dava açılabilmesi makul bir öneridir. Yine Sn. Hasan Celal Güzel’in önerdiği kapatma kararının uygulamaya konulması için TBMM onaylaması şartı getirilebilir.
Anayasa Mahkemesi’nin mevcut iş yükü ve dava çeşitliliği daireler şeklinde yapılanmayı zorunlu hale getirmiştir. Üye sayısının 21’e çıkarılarak beş üyeden oluşan dört daire şeklinde yapılanması ihtiyaca cevap olabilecektir. 11 üye ile karar almak yerine beş üyeli dairelerin daha hızlı ve pratik olacağı açıktır. Ceza, hukuk ve idari konulara bakan üç daire yanında, bir daire de insan hakları konularındaki bireysel başvurulara bakmakla görevlendirilebilir. Hükümet bireysel başvuru hakkı tanımayı düşünmektedir. Ancak Yargıtay Başkanı Sn. Gerçeker’in binlerce dosyanın Anayasa Mahkemesi’nde yığılması endişesi haklıdır. Bu nedenle şimdilik kanunların (hatta diğer mevzuatın) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırılık denetimi yapılarak ihlallerin önlenmesi ve AİHM’de mahkumiyet sayısının azaltılması isabetli olacaktır.
Bazı üyelerin TBMM tarafından seçimine siyasallaşma gerekçesiyle karşı çıkılıyor. Anayasa Mahkemesi siyasi kavramların yoğun olduğu siyasete ilişkin konularda denetim yapmaktadır. Bu nedenle yalnızca Anayasa Mahkemesi’nin görev türü itibarıyla üyelerin ¼ oranının TBMM’ce seçilme önerisi makul görülmelidir. Ancak Yargıtay, Danıştay ve HSYK gibi siyaset dışı konularda görev yapan yargı organı ve kurumlara TBMM’nin üye seçmesi Türkiye koşullarında yerinde olmayacaktır.
¼ üyenin de cumhurbaşkanınca doğrudan seçimi düşünülebilir. Kalan diğer üyeler Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay ve AYİM genel kurulları tarafından doğrudan seçilmelidirler. Bu arada belirtmek isterim ki, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uyumlu olmak amacıyla askerî üyelerin çıkarılması da düşünülmelidir. Kamu yöneticisi üyelerin mutlaka hukuk eğitimi alması şartı getirilerek, üyelerin meslekten hukukçu olması sağlanmalıdır.
Başka bir ihtiyaç da kısa kararın açıklanması ve usulü ile gerekçeli kararın yayımı belirli bir süre ile sınırlanmalıdır. Yine Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına karşı itiraz/temyiz hakkı tanınması da yerinde olacaktır.
Zaman, 10.03.2010