Güney Afrika denilince hepimizin aklına hemen Nelson Mandela gelir. Ancak Mandela o ülkenin dünyada marka haline en yüksek değeridir, ama tek değer değildir. Desmond Tutu, dünyada en az Mandela kadar saygınlığı ve etkinliği olan dini bir liderdir. Tutu, beyaz ve siyahın bir arada eşit olarak yaşadığı Güney Afrika fikrini “Gökkuşağı Ulusu (rainbow nation)” kavramlaştırmasıyla insanların bilinçlerine yerleştirmiş bir din adamıdır. Dünyada barışın yaygınlaşması ve çatışma bölgelerinde tarafların bir araya gelerek şiddet dışında çözüm yolları bulması uğraşan Desmond Tutu’yu küresel bir barış elçisi ve aktivisti olarak değerlendirebiliriz. Barış için Güney Afrika’da ve dünyada yapmış olduğu katkılar ona küresel bir saygınlık kazandırmıştır. Desmond Tutu, küresel köy durumunda olan dünyanın en saygın akil adamlarından biridir.
Bir akil adam olarak Desmond Tutu, Başbakan Erdoğan’a bir mektup yazdı ve onu Kürt sorununu barışçıl yollardan çözmeye davet etti. Herkesin elini tetikten çekmesi gerektiğini ifade eden Tutu, Mandela’nın sadece Güney Afrika’ya özgü olmadığını, dünyanın diğer halklarının da yeni Mandela’lar çıkarabileceğini hatırlatarak ona Mandela olma fırsatını heba etmemeye çağırdı. Erdoğan’ı Mandela yapacak şey, Kürt sorununun barışçıl yoldan çözümünü sağlamaktır. Desmond Tutu’nun Erdoğan’ı yapmaya davet ettiği şey de tam olarak budur.
Mandela olmak, büyük bir meydan okumadır. Siyah-beyaz çatışmasının yoğunlaştığı bir dönemde bir adaya yıllarca mahkum edilen bir adamın, bir araya gelmez denilen tarafları uzlaştırması, çatışma durumunu sona erdirmesi, yaşanan acıları iyileşme yoluna sokması, ülkeyi siyah ve beyazların beraber katıldığı ve katkı sunduğu demokratik bir sürece sokması son dönemin en büyük olaylarından biridir. Mandela, çatışmanın kolay, barış yapmanın zor hatta imkansız olduğu görüldüğü Güney Afrika’da barışı inşa etmek gibi riskli bir işi üstlenmiştir. Barış uğruna aldığı bu büyük risk, Mandela’yı küresel bir barış modeli haline getirmiştir. Desmond Tutu, Mandela modelinin kopya edilmesini değil, bu modelden yararlanılmasını ve dersler çıkarılmasını istemektedir. Dünyanın neresinde olursa olalım Mandela modelinin hepimize söyleyeceği çok önemli şeyler vardır.
Tutu’nun mektubunda temel mesaj, artık masum Türklerin ve Kürtlerin kanının akmaması gerektiği vurgulanarak verilmektedir.İnsan hayatına saygı, şiddetin panzehiri olduğu gibi, barışı arzu edilen bir ideal değerden bir gerçeğe dönüştüren temeldir de. Güney Afrika’da beyazın hayatını siyahınkinden ya da siyahın hayatını beyazınkinden üstün ve değerli gören çatışmacı ve ayırımcı anlayış yerine hem siyahın hem beyazın özgürce ve güven içinde hayatını devam ettirebileceği bir ülke anlayışını esas alarak Mandela, barış projesini yürürlüğe koymuştur. Siyah-beyaz ikilemi üzerinden insan hayatına saygının ve barış içerisinde bir arada yaşamanın mümkün olmayacağının farkında olan Mandela, siyah-beyaz ikilemi etrafında örülen sınırların ve dayatmaların ötesinde hareket etmiştir.
Benzer bir ikilemi Türkiye, Kürt sorunu bağlamında yaşamaktadır. Kürt-Türk, terörist- asker gibi ikilemler insan hayatına saygıyı ortadan kaldırdığı gibi bir arada yaşamanın temellerini de zayıflatmaktadır.Mandela gibi Erdoğan’ın önündeki en büyük zorluk bu ikilemin aşılmasıdır. Asker-terörist, Kürt-Türk ikilemlerinin ötesinde hem militanın hem askerin hayatını kutsal sayan, hiçbir şekilde şiddeti meşru görmeyen, barışı sahici anlamda hem Türk hem Kürt için isteyen yeni bir anlayışa ihtiyaç vardır. Kürt sorununun çözülmesinin önündeki en büyük engel bu ikilemlerdir. Toplum, Türk-Kürt, asker-terörist, PKK-TSK ikilemlerini aşarak insan hayatına saygı ve barış içerisinde eşit ve hak sahibi insanlar olarak yaşama temelinde yeni bir anlayış ve mutabakata varma konusunda güçlü bir irade göstermiş değildir.Mandela, Güney Afrika’da toplumun siyah-beyaz ikileminin aşılmasına liderlik yaptığı gibi Erdoğan’da Türkiye’de Kürt-Türk, örgüt-devlet ikileminin aşılmasına liderlik etmelidir. Ancak bu ikilemin aşılması için Erdoğan’ın liderlik yapması yetmemektedir. Kürtler de bu noktada aktif olmalıdırlar. Başka bir ifade ile her Kürt’ün Mandela olma yükümlülüğü ve misyonu vardır.
Apartheid dönemi, Güney Afrika’ya büyük acılar getirdi, kapanmaz yaralar açtı. Mandela, Tutu gibi akil adamların önerisine uyarak Uzlaşma ve Hakikat komisyonunu kurdu. Dini bir ritüele katılır gibi insanlar, Apartheid dönemindeki suçlarını bu komisyon önünde itiraf ettiler. Bu komisyon, siyahları beyazlara daha düşman hale getirmek, onların birikmiş öfke ve kinlerini kışkırtmak için kurulmadı. Uzlaşma ve Hakikat Komisyonu, insanlara şu prensibi öğretti: Unutma, ama affet (Do not forget, but forgive). Amaç, hakikatle yüzleşerek siyah ve beyazların birbiriyle uzlaşması, birbirine yardım ederek geçmişte yaşanılanların neden olduğu acıların ve yaraların iyileştirilmesiydi. Bizimde çok acil bir iyileşme sürecine ihtiyacımız vardır.
Mandela olmak kadar Tutu olmak da önemlidir, çünkü ikisi birlikte Güney Afrika Barışının mimarlarıdır. Tutu, bir din adamı olarak ayırımcılığa, eşitsizliğe ve baskıya karşı çıktı. Özgürlük ve barışı hem beyaz hem siyah için savundu. Tutu şunu hep tekrar etti: “Siyah ve beyaz hep birlikte özgür olacağız.” Bize de Türk ve Kürtlerin özgürlüğünü ve eşitliğini savunan Müslüman Tutu’lar lazım.
13.08.2010