Yerleşik ve tarımsal hayata geçildiğinden beridir siyasî yönetim olgusunun var olduğunu, yani insan toplumlarının kabaca yönetenler ve yönetilenler olarak ikiye ayrıldığını biliyoruz. Anarşist teoriler, ne kadar cazip ve güçlü olurlarsa olsunlar, hayalden öteye geçme potansiyeli göstermiyorlar. Siyasî yönetimin olmadığı, günümüzdeki kadar geniş toplumlar görünür gelecekte hayatımıza girmeyecek. Toplumları soyut ilkeler üzerinden okumakla yetinmeyip tarih çalışmaları yapılınca, bu durum bütün açıklığıyla görünüyor. Ben diğer tüm açıklamaları bir yana bırakıp bu olguyu siyasî kültürle izah etmeye meyilliyim. Daha sonra akademik bir makalede işlemeyi düşündüğüm tezim şu: Zamanımızda dünyada hâkim siyasî kültür, insanları, hem yönetenleri hem yönetilenleri, mutlaka siyasî bir yönetimin gerekli olduğuna inandırmış. Bu inanç siyasî yönetimin temeli. Kültürlerde devrim olmayacağı, devrimci özne yıkmaya niyetlendiği kültürü yeniden üreteceği için, devrimlerle bile bu alanda fazla bir şey değişmeyecektir.
Bu böyleyse, o zaman, hangi siyasî yönetimin iyi, doğru, yararlı olduğuyla ilgilenmek zorundayız. Bence, bir siyasî yönetim modelinin iyi olmasının iki unsuru vardır: Meşruiyet ve uygun yönetim. Meşruiyet siyasî yönetimin kaynağıyla ilişkilidir; uygun yönetim ise yönetimin ne yapması ve nasıl yapması gerektiğiyle ilişkili iki alt unsuru barındırır. Bu unsurlara verilecek cevaplar bizi farklı siyaset ve devlet modellerine götürür.
Günümüzde iyi –yani meşruiyet ve uygun yönetim bakımından güçlü- yönetim biçiminin liberal demokrasi olduğu yolunda yaygın bir mutabakat var. Liberal demokrasilerde meşruiyet halkın tasvibiyle ve anayasal yönetim geleneğine bağlı bir anayasanın sınırları çerçevesinde yönetim işini gerçekleştirmekle bağlantılı. İyi yönetim konusu ise ister istemez devletin sınırlarını, yani devletin neleri yapmasının uygun olacağını neleri yapmasının uygun olmayacağını gündeme getiriyor.
Liberal demokrasilerde hem meşruiyetin hem uygun yönetimin ortaya çıkmasında en önemli araç siyasî partiler. Demokrasi, adı ister konulmuş ister konulmamış olsun, ancak partilerle işleyebilir. Şüphe yok ki, demokrasilerde siyaset parti faaliyetlerine ve seçim zamanlarına indirgenemez. Bireyler tek tek veya gruplar halinde siyasî sürece katılabilirler. Ancak, demokrasinin olması siyasî yarışa bağlıysa siyasî yarış ta yarışmacıların olmasına bağlıdır. Bu yarışmacılar partilerdir. Başka hiçbir aktör demokrasideki fonksiyonları bakımından siyasî partileri ikame edemez. Meselâ, tabanı ne kadar geniş olursa olsun, hiçbir sivil toplum kuruluşu, bir siyasî partiden daha fazla siyasî meşruiyet ve siyasî yetki iddiasında bulunamaz.
Bu çerçevede Türkiye demokrasisine ve hassaten Gülen Cemaati”nin sistem içindeki konumuna bakınca benim gördüğüm manzara şu: GC siyasî hedefleri olan bir grup. İç ve dış politikada söz sahibi olmak, karar verici konumunda bulunmak istiyor. Kilit memuriyetlere atamalar, Kürt probleminin çözümüme ilişkin politikalar, diğer devletlerle ilişkiler konusunda kendi çizgisinin devlet politikası olmasını, bu alanlardaki politikaların kendisine emanet edilmesini istiyor. Bu olsa belki de çok iyi şeyler yapacak, ama olamaz. Olması demokrasinin iptal edilmesi anlamına gelir. Bu olursa sistem siyasî partilerin değil devlet içindeki, dışardan da destek alan veya almayan, bürokratik kliklerin siyasî rekabetine, daha büyük ihtimalle güç çatışmasına dönüşür. Devlet gruplar devleti olur. Bu, bırakın demokrasiyi, ülkeyi bile tahrip eder. Güce ulaşmanın yolunun devlet içi otonom yapılanmalardan geçtiğini gören her grup bunu ilk başlatanın yaptığının aynısını yapmaya çalışır. Sonuçta ülke birkaç örgütlenme etrafında kutuplaşır ve kural tanımaz bir kargaşa ortamı doğar. Hobbes”un meşhur sözüne nazire yaparak söylersek, gruplar grupların kurduna dönüşür.
Bu vahim duruma düşmemek için yapılması gereken siyasî heves ve isteklerin normal kalıplara dökülmesidir. Yani, belirgin siyasî güç ve yetki talebi olan grupların, toplum kesimlerinin partileşmesi ve siyasî yarışlara girmesidir. Bu olmuyorsa, tek başına siyasî gücü eline geçiremiyorsa, başka siyasî gruplarla koalisyonlar, ittifaklar kurmasıdır.
Bu çerçevede GC tarzını değiştirmeli ve açık ve kayıtlı bir siyasal güç hâline gelmelidir. Daha açık söylemek gerekirse, bir siyasî partiye dönüşmelidir. Diğer partilerin yaptığı gibi teşkilâtlanmalı, onlarla aynı şartlarda seçimlere girmelidir. Başkanı, yöneticileri, üyeleri, malî kaynakları, faaliyetleri açık, şeffaf ve denetlenebilir olmalıdır. Programı halka ilan edilmeli ve periyodik olarak seçimlerle halk denetimine tabi tutulmalıdır. Bu ona iktidarı kazanması hâlinde yukardaki ve benzer meselelerde meşru olarak politika oluşturma ve uygulama yetkisine sahip olma hakkı verir. Böylece GC”nin kendisi de ülke de rahatlar.
GC bunu yaparsa, sözüm söz, meşruiyete destek adına, ilk seçimde, bu partiye oy vereceğim.
23.10.2014, Yeni Şafak