1950-1972 yılları arasında reel ham petrol fiyatları ortalama 17,6 dolar iken yaşanan 1973-1979 enerji krizlerinin etkisiyle petrol fiyatları, Reagan 1981’de göreve geldiğinde neredeyse beş katına çıkmıştı. Bu durumun bir sonucu olan yüksek kazançlar 1970’lerde en büyük petrol üreticisi ülkelerden biri olan Sovyetler Birliğinin gücünü pekiştirerek yayılmacı politikalarını arttırmıştı.
Reagan öncesinde Başkan Jimmy Carter, Keynesyen ekonomi danışmanlarının etkisiyle “zayıf dolar-enflasyon politikası”nı benimsemiş bunun ekonomik genişleme yaratacağını ve bu yolla işsizliğin düşeceğini düşünmüştü. Dönemin sonunda ise Reagan’a doların değerinin adeta çöktüğü (altının dolar fiyatı bu dönemde % 270 artmış ve 850 dolara ulaşmıştı), işsizlik ve enflasyonun ise % 20’lere kadar çıktığı kötü bir ekonomik durum bırakmıştı.
Başkan Ronald Reagan 1980’deki yüksek petrol fiyatlarının gerçekçi olmadığının farkındaydı. Buna ABD dolarının 1969-1980 arasında altın cinsinden değerinin % 94 zayıflamasının neden olduğunu biliyordu. 1981’de başkan olduğu gibi Reagan’ın ilk talimatı petrol ve doğal gazda fiyat kontrollerinin kaldırılması oldu. Hedefinin doların çöküşünü tersine çevirmek ve “doları yeniden altın kadar değerli bir para yapmak” olduğunu açıkladı. FED Başkanı Paul Volcker’a % 14’lere çıkan enflasyonu boğmaya yönelik olarak para arzını frenlemesi için yeşil ışık yaktı. Bu en başarılı Reagan politikalarından biri oldu ve iki yıl içinde enflasyon % 14’ten % 4’e gerilerken, altın fiyatı ise yarıdan fazla düştü.
Reagan’ın bu “güçlü dolar politikası”nın sonucu olarak 1980’lerin başından itibaren bir “petrol bolluğu dönemi”ne girildi ve Kasım-1985 ile Mart 1986 arasında dünya petrol fiyatlarında % 67 düşüş yaşandı. 1980’de petrol varil fiyatı 35 doların üzerindeyken (bugünkü fiyatlarla 101 dolar), 1986’da 9 dolar (bugünkü fiyatlarla 20 dolar) düzeyine geriledi. ABD, Japonya, Avrupa ve üçüncü dünya ülkeleri bu çöküşten büyük faydalar sağlarken, Kuzey Avrupa’daki petrol üreticisi ülkeler, OPEC üyeleri ve Sovyetler Birliği çok ciddi gelir kaybına uğradılar.
Petrol bolluğu öncesinde en önemli petrol üreticilerinden biri haline gelen, döviz kazançlarının çoğu petrol ihracatına bağlı Sovyetler Birliği, çok büyük bir mali sıkıntıya düştü. Petrol gelirlerinin düşmesi, 1981’de 26,5 milyar dolar olan SSCB’nin dış borçlarını 1988’de 41,5 milyar dolar düzeyine çıkardı. Borçlar, zamanla çevrilemez bir hal aldı. Mayıs 1990’da SSCB lideri Gorbaçov, Almanya Şansölyesi Helmut Kohl’ den mali felaketi savmak için 12 milyar dolarlık bir kredi yardımı istedi. Kohl sadece 3 milyar doları karşılayabileceğini belirtti. Bütçe açığı/GSYİH oranı % 20’lere ulaşan ve mali krizi daha da derinleşen SSCB, Aralık 1991’de çöktü.
Reagan sonrası dönemde Başkan George H. W. Bush ve Başkan Bill Clinton da “güçlü dolar” politikasına devam etmiş ve artan petrol talebine rağmen petrol fiyatlarını makul düzeyde tutmuştur. George W.Bush döneminde ise “güçlü dolar” politikası terkedilmiş Amerikan Doları önemli para birimleri karşısında yüzde 40 değer kaybetmiştir. Başkan Barack Obama döneminde de bu “zayıf dolar” politikası devam etmiştir. 2000’in sonundan 2013’ün sonuna, doların altın değeri %77 oranında düşmüş ve reel petrol fiyatları 111,76 dolar/varil olarak, 3 katına çıkmıştır. İşte, çöküş sonrası finansal yönden acz içindeki bir petro-devlet olan Rusya’yı ve Putin’i yeniden Dünya sahnesine taşıyan dönem bu iki başkan dönemidir.
Yeni bir “güçlü dolar”, “petrol bolluğu”, “petrol fiyat düşüşü” dönemindeyiz. Benzerini 30-35 yıl evvel yaşamıştık.
Yeni Yüzyıl, 22.12.2015