Gezi’de ne yaşandı? Gezi’den ne çıkar? Atatürkçülere, sosyalistlere, İşçi Partililere, TKP’lilere, M. Kemal’in askerlerine, Ergenekon mahkûmlarına, E. Özkök’e göre Gezi’de bir devrim oldu ve demokrasiye doğru gitmesi için Türkiye gemisinin yelkenlerini rüzgârla doldurdu. Siyasete yeni tarzlar ve ufuklar kazandırdı. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Zira Gezi’de yeni bir gençlik ortaya çıktı. Bu gençlik özgürlükten başka bir şey istemiyor. Yaşlı kuşakların değerlerini ve tarzlarını reddediyor ve kendi değer sistemini, özgün yöntemlerini geliştiriyor. Herkese müjde, ülkenin geleceğini bu harika kuşak belirleyecek…

Gezi üzerine güzellemeler döktürenlerin ve şiddet sevdikleri aşikâr olan eylemcilere yağ çekenlerin bu tür yorumlarını şaşkınlıkla gözlemliyorum. Ben bu gençliğin ilerde ne yapacağını size şimdiden söyleyeyim. Önemli bir bölümü zaten CHP’li ailelerden geliyor. Zamanla çoğu CHP’ye resmen girip örgütte yer kapmaya çabalayacak. Bir kısmı partinin Bizans labirentlerinde kaybolup gidecek. Bir kısmı klasik CHP tarzı siyaseti aşkla benimseyip bildik CHP’liye dönüşecek. Yaşlandıkça Gezi’de ne harikalar yarattıklarını anlatmak çoğunun diline vuracak. Önce çocuklarına sonra belki torunlarına nasıl bir biber gazı kapsülünü tekmeleyip kendilerinden uzaklaştırdıklarını, polis kalkanına tüm güçlerini toplayıp okkalı bir tekme indirdiklerini, geceler boyu polise ellerine ne geçerse fırlattıklarını, sağı solu ateşe verdiklerini hikâye ederek vadelerini doldurmaya çalışacak.

Tarihin tür tür okumaları var. Sosyalist devrimci iseniz, 1968 öğrenci olayları size tarihin hem başlangıcı hem sonu gibi görünür. Ne yıldı ama! Mayıs ayında Paris sokakları alev alevdi. Özgürlük diye haykıran gençler yerleşik düzeni yıkmak için meydanlardaydı. O zamanlarda da sosyologlar, gazeteciler, siyasîler geleceğe ilişkin kehanetler döktürmekteydi. Dünya yeniden kurulmaktaydı, nasıl olacağını gençler belirleyecekti. Gençler belirledi hakikaten, ama Paris’tekiler değil, aynı sıralarda İskoçya’da St. Andrews Üniversitesi’nde Hayek okumaları yapmaya başlayanlar. 1968’ten sonraki otuz yılda Paris’li şiddet meftunu devrimci gençler değil, uygarlık ve özgürlüğün en iyi açıklamalarından birini yapmış büyük kafalardan Hayek’in izinden giden sakin gençler dünyaya yön verdi.

Gezi’den niçin özgürlükçü bir siyasî yapılanma çıkmaz? Yansıttığı siyasî felsefenin nitelikleri yüzünden. Orada egemen felsefe sosyalizm, nasyonal sosyalizm, faşizm, Atatürkçülük’tü. Bunlar kurucu rasyonalist, bireyi ve toplumu yeniden yaratmayı amaçlayan, toplum mühendisliğini esas yöntem olarak benimseyen, şiddeti seven, savaş taraftarı, totaliter felsefeler. Barışa değil çatışmaya, uygarlıkta ilerlemeye değil gerilemeye, özgürlüğe değil köleliğe hizmet edebilirler. Siyasî felsefe deyip geçmeyin, temel insanî problemlere cevaplar onda yatıyor. İşte bu yüzden Gezi’yi doğru anlamak ve oradan ne çıkabileceğiyle ilgili isabetli tahminlerde bulunmak için hangi felsefenin Gezi’de hükümran olduğuna bakmak lâzım. Anketlerde bazı işgalcilerin ‘özgürlük istiyoruz’ cevabını vermiş olması parkta egemen felsefenin özgürlük karşıtı olduğu gerçeğini gözden gizleyemez. Çarlığa Lenin’in öncülüğünde saldıran sosyalist devrimciler de özgürlük istediler ve vaat ettiler. Sonuç tarihin en özgürlüksüz sistemiydi. Özgürlük birey tarafından sadece kendisi için istendiği zaman ulaşılmaktan ziyade herkes için istendiğinde elde edilebilir bir değerdir. Yani, ‘kimse bana karışmasın, gerisi umurumda değil’ özgürlüğü ile özgürlüğün genel bir değer olarak herkes için var olması ve kurumsallaşması ayrı ayrı şeylerdir…

Yine de Gezi olaylarının iki siyasî faydası oldu. Birincisi, Kemalistlerin biraz sivilleşmeye başlaması. Eskiden başkalarının çocuklarını başkalarına karşı kullanırlar, birbirlerine kırdırırlardı. Şimdi, mecburen, kendileri ve çocukları eylem peşindeler. Bunu, şiddete bulaşmadıkları sürece, memnuniyetle karşılıyor ve destekliyorum. Umarım dilleri de çok geçmeden sivilleşmeye başlar. Savaş diliyle barışçı olunamaz ve barış kurulamaz. İkincisi, muhafazakâr taban evinde oturup organize bir azınlığın taşkınlıklarını, seçilmiş iktidarı alenî darbe veya sokak şiddetiyle alaşağı etme çabalarını seyretmek yerine meydanlara dökülerek oyuna sahip çıkma eğilimi ve alışkanlığı kazanmaya başladı. Bu, demokrasinin çok hayrına. Böyle bir irade 1950’lerde var olsaydı Menderes’e darbe yapılamazdı. Demokratlar demokrasiye gayri meşru müdahalelere karşı her yol ve yöntemle direneceğini söz ve eylemleriyle açıkça beyan ederse kötü hevesliler ayağını denk almak zorunda kalır. Demokrasiye karşı Kemalist Gezi Kalkışması siyasî kültürümüzün bu istikamette gelişmesi için bir kıvılcım çaktı.

Bu yazı Yeni Şafak Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.