Türkiye tarihi sokak eylemlerine yabancı değil. 12 Eylül 1980 öncesi bunun acı hikâyeleriyle dolu. Ancak, ülke 30 yılı aşkın bir süredir bu çapta bu tür eylemlerle karşılaşmadı.
Kürt bölgesindeki benzer eylemlere zaten diğer yerlerin gözü kördü. İstanbul’da Taksim’de patlayan olay tüm Türkiye’yi etkiledi.
Kemalist kitleler burada bir nefes alma ve iktidara bir darbe indirme mecrası buldu. Yıllardan beridir kaybetme duygusu içinde yaşıyorlardı. İddia edildiği gibi bunun tek sebebi sadece Erdoğan’ın haksız hayat tarzı eleştirisi sayılacak sözleri değildi.
Gezi ayaklanması bu huzursuzluğun söz konusu çevrelerde yarattığı enerjinin dışa vurulmasını ve kısmî de olsa bir galibiyet duygusunun yaşanmasını sağladı. Bu yüzden, Kemalistler canlarını dişlerine takarak, üstelik yalnız da değil, birçok durumda ailece, Gezi’nin etrafında gezindi.
’Gezi’nin tabanı esas olarak CHP’
Şüphe yok ki, Gezi olaylarından sadece Kemalistler etkilenmedi. Diğer halk kesimleri de müteessir oldu. Hatta bu ikincisi daha büyüktü. Gezi esas itibariyle CHP tabanına dayandı. MHP uzak durdu. BDP yanaşmadı. Her iki siyasî çizgi de Gezi’de bir siyasi proje olduğunu hissetti.
MHP meşruiyet endişesini gerekçe yaparken BDP Türkiye’nin kadim Kürt probleminin kazaya kurban gitmesinden, daha doğrusu kazaya getirilmesinden korktu.
Kısaca, toplumun yaklaşık yüzde 80’i Gezi’den uzak durdu. Buna karşılık, her anlamda Gezi’den rahatsız olan ana kitle AK Parti tabanıydı.
Ama yoğun rahatsızlık duyanlar sadece partililerden ibaret değildi. Bu satırların yazarı gibi daha seküler hayat tarzına sahip olan bazı liberaller ve demokratlar da olaylardan endişe duydular ve hatta Gezi’yi aynı zamanda kendilerine yönelik bir saldırı gibi gördüler.
’Menderes sendromuna Erdoğan sendromu eklenebilirdi’
Dindar mütedeyyin kesim, haksız olmayarak, Erdoğan’ın şahında somutlaştırılan saldırıların kendine yönelik olduğunu kavradı. Başarılı olması hâlinde bu saldırının hem siyasî temsilcilerinin haksız bir muameleye tabi tutulması hem de her anlamda kendi hayat alanının daraltılması sonucunu vereceğini anladı. Başbakan’ın yerinde bir kararla düzenlediği dev mitinglere canhıraş bir şekilde koşması bundandı.
Geniş anlamda Gezi Türkiye demokrasisine büyük darbe indirme potansiyeline sahipti. Gezi Erdoğan’ı alaşağı etme arayışında başarılı olsaydı, Türkiye siyasetine Menderes sendromuna ilaveten bir de Erdoğan sendromu eklenmiş olacaktı.
Böylece siyasetçiler bir gün bir askerî darbeyle idama gönderilebileceklerini veya Erdoğan gibi sokak şiddetiyle devrilebileceklerini daima akıllarının bir köşesinde tutacaklardı. Bu onların hiçbir konuda asla ciddî inisiyatif alamamalarına sebep olacaktı.
Türkiye’deki başka demokrasilerdekine göre çok daha açık olan demokratik iktidar bürokratik iktidar makasının ikincisi lehine takviye edilmesini sağlayacaktı. Kısaca, bürokratik devlet güçlenecekti.
Gezi benzeri olayların tekrarlanmak isteneceğine şüphe yok.
Çünkü Türkiye’yi iki yıl sürecek ve üç önemli seçimi kapsayacak bir süreç bekliyor. Nitekim, bu yönde istihbarat bilgilerinin bulunduğundan söz ediliyor.
Ancak, yeni olaylarda aynı başarının tekrarlanması ihtimali zayıf. Hükümet tecrübe kazandı ve mutlaka daha hazırlıklı olacaktır. Toplum da artık bu olayların demokrasi dışı amaçlara hizmet edeceğinin farkında. İlk olmanın psikolojik ve toplumsal avantajı kullanılıp tüketildi.
Ayrıca, bu eylem tarzı Türkiye halkının ortalama tarzına yabancıdır ve abartılması halinde karşıt duruşları güçlendirme ihtimali her zaman var. Yeni Gezi’ler düşünenler bu noktaları göz önünde tutarlarsa iyi ederler.