Gezi İsyanları Demokrasiye İsyandı

Gezi kutsamaları

Bugünlerde Gezi isyanlarının 11’inci yılını idrak ediyoruz. Gezi güzellemeleri eksik olmuyor. CHP Genel Başkanı Özgür Özel Meclis grubunda yaptığı bir konuşmada Gezi’ye övgüler yağdırdı. Sol, sosyalist ve Kemalist medyada da Gezi isyanları övgüleri eksik olmadı. Bunu yapanların temel argümanı Gezi isyanlarını bir tür demokrasi hareketi ve daha çok demokrasi talebi olarak görmeleri ve göstermeleriydi. Oysa Gezi isyanları esas itibarıyla demokrasiye karşı yapılan bir isyandı. İsyancılar, özellikle onların başını çeken ve isyanları organize edenler, kendi anlayışlarını demokrasi diye sunmakta, demokrasinin temel kurallarını reddetmekte ve demokrasiyi işleyemez hale getirme yolunda ilerlemek istemekteydi.

 Gezi’de ne oldu?

Gezi Parkı’nın bulunduğu alan 1940’lara kadar Topçu Kışlası’na ev sahipliği yapmaktaydı. Kışla, Türkiye’nin ikinci diktatörü İsmet İnönü tarafından kendi heykelinin dikilmesi amacıyla yıkıldı. Heykel işi gerçekleşmeyince alan bir parka dönüştürüldü. Şimdi nasıldır bilmem ama, isyanlar öncesinde, park, bilhassa akşam saatlerinde, insanların girmeye cesaret edemediği, uzak durmaya çalıştığı, birçok bakımdan tehlikeli bir mekâna dönüşmüştü.

Hükümet, tarihî mirasa sahip çıkarak, Gezi Parkı’nın yerine Topçu Kışlası’nı yeniden inşa ettirmek istedi. Böyle bir kararın Ankara’dan alınması bir bakıma bir hataydı. Gezi Parkı’yla daha ilgili olan ve kararı alması gerekenler Beyoğlu veya İstanbul Belediyeleri idi. Erdoğan’ın İstanbul’a olan özel ilgisi ve sevgisi kışlanın ihyası projesinin başkentte ortaya çıkmasında etkili oldu.

Bu karar bazı kimseleri memnun etmedi. Kararı protesto etmek amacıyla küçük bir grup Gezi’de kısmî bir işgal gerçekleştirdi. Parka yerleşerek kendilerini ağaçlara bağlayan eylemciler karara itirazlarını böylece dile getirmeye başladı. Ancak, FETÖ’cü şeflerinin emri ve yönlendirmesiyle polislerin eylemcilerin çadırlarını yakması ve onlara karşı aşırı şiddet kullanması ortamı gerdi ve şiddet de ihtiva eden olayları başlattı. Çeşitli toplum kesimleri gösterilere katıldı ve eylemcilerin sayısı arttı. Bu arada, CHP’nin Kadıköy’de düzenlediği bir mitingi iptal ederek kendi tabanını alana yöneltmesi de ateşe benzin dökme tesiri yaptı. Gezi Parkı ve tüm Taksim Meydanı işgal edildi. Sonra işgal Gezi Parkı’na münhasır kılındı. Hükûmet yetkilileri ve hassaten Erdoğan ile Ankara’da yapılan görüşmelerde kendilerine Danıştay’ın konuyla ilgili kararının bekleneceği söylenmesine ve işgalin sona erdirilmesine ilişkin anlaşma sağlanmasına rağmen Taksim Dayanışması adı altında boy gösteren bazı militanlar Ankara dönüşünde alanı boşaltma fikrinden vazgeçti. İşgali, kendi deyimleriyle “direnişi”, sürdürmeye karar verdi. Taleplerini artırdı ve ülkede havaalanları ve otoyolların da aralarında bulunduğu birçok imar faaliyetinin durdurulmasını istedi.

Bu tavır devletin harekete geçmesine sebep oldu. Polis, geniş kapsamlı bir harekâtla işgali bir saat içinde sona erdirdi. Park, işgalcilerden arındırıldı. Parkta geniş güvenlik tedbirleri alındı. Böylece hükûmetin yıkılması beklentileri de boşa çıktı. Oysa bu isyanın iktidarın sonunu getireceğine büyük inanç besleyen kişiler ve kesimler vardı. Bu umut isyancılara destek verenlerin sayısını bir hayli artırmıştı. Hemen hemen tüm muhalif kesimler ve AK Parti iktidarından bıkmış olanlar eylemlere büyük bir iştahla katıldı. İsyanlarda işgalciler ve onlara destek veren bazıları tarafından yoğun şiddet kullanıldı. Hem kamu mülklerine hem de özel mülklere ciddi zarar verildi. Otobüslere ve ambülanslara saldırıldı. Polis araçları yakıldı. Duvarlara Erdoğan ve ailesinin bireyleri hakkında çirkin küfürler yazıldı. Maalesef ölümler oldu.

Gezi İsyanları neden yanlıştı?

Gezi İsyanları çatışan toplumsal talepler probleminin bir yansıması olarak boy gösterdi. Çatışan toplumsal talepler problemi şöyle ifade edilebilir: Bir kamusal alanda veya meselede ne yapılması gerektiği hakkında toplumda genellikle birden fazla ve birbiriyle çatışan talepler ortaya çıkar. Bu taleplerin sahipleri kendi taleplerinin en doğrusu ve en isabetlisi olduğunu düşünür ve alınacak kararın kendi görüşleri istikametinde olmasını sağlamaya çalışır. Onun en doğru, hakkaniyete en uygun, çevreye duyarlı, insanlara en fazla fayda sağlayıcı vs. olduğunu iddia eder. Bütün taleplere aynı anda müspet cevap vermek mümkün olamayacağından, bu taleplerden yalnızca biri karşılanabilir. Böylece diğer talepler ve sahipleri bir anlamda dışlanmış olur.

Bu genel bir problemdir, her demokraside boy gösterebilir. Çatışan talepler sistem için ciddî bir problem ortaya çıkartır. Bu sorunun çözülmesi istenir. Bunun için yapılacak şey ise kararın meşru karar alma hakkına sahip otorite tarafından alınmasıdır. Bu yaklaşıma göre doğrudan doğruya veya dolaylı olarak klasik insan haklarıyla ve sivil hak ve özgürlüklerle ilgili olmayan konularda karar alma ve toplumda yarışan görüşlerden birini tercih edip uygulama hakkı meşru demokratik otoriteye aittir.

Demokrasilerde bu tür kararları almaya hak sahibi otoritenin meşruiyeti seçimle göreve gelmesinden ve kısıtlı olmasından kaynaklanır. Gezi parkı alanında ne yapılacağı hakkında karar alma meselesinde meşru otorite ilçe (Beyoğlu) belediyesi, il (İstanbul) belediyesi ve Ankara hükümetidir. Olağan şartlar altında problemin yerel belediye içinde tartışılması ve çözülmesi gerekirken Ankara devreye girdi ve Topçu Kışlasının tekrar yapılmasında ısrar etti. Bu karar bazılarını rahatsız etti ama bu, kararın meşru bir otorite tarafından alınması ilkesinin ihlâli anlamına gelmedi.

Bu kararın yanlış mı doğru mu olduğunu tartışmak anlamsız. Kişilerin neyi merkeze aldığına bağlı olarak her karar elbette kimine göre doğru kimine göre yanlıştır. Meselâ tarihi önemseyenler kışlanın ihya edilmesini ve diyelim ki çevre hassasiyeti olanlar da alanın park olarak kalmasını tercih edebilir. Burada önemli olan buna ilişkin kararın meşru otorite tarafından alınmasıdır. Ne var ki Gezi isyancıları Topçu Kışlası’nın yeniden inşası kararının isabetsiz olduğunu söylemekle ve kararı protesto etmekle kalmadı, kararın uygulanmasını bir tür zora dayanarak önleme çabası içine girdi.  Doğru olanın alanın ne ise o olarak kalması olduğunu ve parkın bölgede insanların nefes alma imkânı bulduğu bir alan hüviyeti taşıdığını, tahrip edilmesinin çevreye de büyük zarar vereceğini öne sürdü. Ancak, zaman içinde talepler parkla sınırlı olmayı çok aştı ve genel boyutlar kazandı.

Gezi isyancıları ya çatışan toplumsal taleplerin farkında değildi ya da toplumun diğer kesimlerinin tercihini önemsemiyordu. Vakayı kendileri ile Başbakan Erdoğan arasında, tabiri caizse, tek kale oynanacak bir maç olarak görme eğilimindeydi. Bu bir ölçüde doğruydu, zira tüm muhafazakâr camia, bilhassa ilk günlerde, tam bir şaşkınlık içindeydi. Abdullah Gül ve Bülent Arınç gibi parti ileri gelenleri isyancılarla uzlaşma arayışı ve çabası içindeydi. Erdoğan da isyancıları temsil etme iddiasındaki bir heyetle Ankara’da saatlerce görüşmeyi kabul etti ve bir ara görüşmenin iki tarafın anlaşması ile bittiğine dair haberler yayıldı.

Ne var ki Erdoğan geniş bir toplumsal kesimi temsil ediyordu ve elbette onun çizgisini benimseyen insanlar da vardı. Nitekim Kasımpaşa ve Tophane’de gençlerden aksi istikamete sesler gelmeye ve isyancılar gibi düşünmeyen gençler mesela Harbiye gibi yerlerde meydana çıkmaya başlayınca isyancılar adeta şok geçirdi. Bu, dayandıklarını ve tek temsilcisi olduklarını iddia ettikleri halkın tamamının onlarla aynı kafada ve çizgide olmadığı, onlardan farklı düşünenler bulunduğu ve kışlanın yeniden inşası kararını destekleyenler olduğu anlamına gelmekteydi. Nitekim, isyanlar devam etseydi bir toplumsal çatışma kaçınılmazdı.

Gezi isyanları: Erdoğan üzerinden demokrasiye yapılan bir saldırı

Bundan dolayı, Gezi isyanları demokrasi adına ve hesabına yapılmadı. Demokrasi sadece isyancıların kendi talebini meşrulaştırmak ve diğer talepleri bastırmak için öne sürülen bir paravandı. Gezi isyanları demokratik otoriteye itiraz üzerinden demokrasinin genel kurallarına yapılan bir saldırıydı. Seçilmiş otorite insan haklarına ilişkin olmayan bir konuda meşru karar almasının ve kararı uygulamasının önüne geçilmek ve kendi tercihleri iktidara ve topluma dayatılmak istendi. İsyanın uzatılmasının ana sebebi ise isyan sürerse seçimle gelmiş iktidardan kurtulmanın mümkün olacağına inanılmasıydı. Muhalif kitleleri alanlara çeken de büyük ölçüde bu beklentiydi. Belki de ordu da isyancılar lehine ve iktidar aleyhine devreye girer diye düşünülmekte, hatta buna ilişkin davetler yapılmaktaydı. Ne var ki bütün beklentiler boşa çıktı. İsyanlar bitti ve tarihe, bazı katılımcıların vakayı iyice romantikleştirme, güzelleştirme ve idealize etme çabalarına rağmen, bir demokrasi savunusu değil, demokrasiye karşı bir isyan hareketi olarak kaydedildi.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et