Beklenen oldu, Türkiye bir kez daha seçime gidiyor.
Son yazımda da yazdığım gibi, erken seçimler AK Parti’ye tek başına iktidar kurma şansı verirse ne ala… Ama vermez de koalisyon görüşmeleri tekrar başlarsa, ortaya çıkacak tablonun 7 Haziran sonrası karşımıza çıkan tablodan en büyük farkı MHP’nin tutumu olacaktır. Bugün koalisyon için bütün kapıları kapatan MHP’nin erken seçimden sonra AK Parti’yle dört yıllık bir koalisyona yönelmesi büyük ihtimaldir ve bu durumda AK Parti’nin bu alternatifi öncelikle değerlendireceğini öngörebiliriz. Ve bence, bu gerek Türkiye, gerekse AK Parti için en kötü senaryodur.
MHP zihniyetiyle ortaklığın Kürt sorunu ve çözüm süreci açısından ne getireceği epey yazıldı-çizildi. Şu anda PKK’nın en fazla isteyeceği hükümet formülünün AK Parti-MHP koalisyonu olduğu da çok söylendi. O yüzden fazla üzerinde durmayacağım. Şimdilik şu kadarını söyleyip geçeyim: Türkiye’yi “Savaş Bloku” ve “Barış Bloku” olarak iki bloka ayırıp AK Parti – MHP koalisyonuna şu ya da bu ölçüde karşı olan bütün siyasi ve toplumsal kesimleri “savaş koalisyonu”na karşı birleştirip yedeğine almaktan daha fazla isteyebileceği bir şey olabilir mi PKK’nın?
Öte yandan görmek lazım ki, AK Parti-MHP koalisyonunun vereceği tahribat Çözüm Süreci’nden ibaret olmayacaktır. Hatta uzun vadede bakılırsa, belki en önemli tahribat da bu olmayacaktır.
Benim asıl korkum, böyle bir koalisyonun AK Parti’yi AK Parti olmaktan çıkarması; “2002’deki fabrika ayarlarına dönmek”ten bahsederken, 70’lerdeki, 80’lerdeki fabrika ayarlarına döndürmesidir.
Önce bir noktanın altını çizelim: Bu iki partinin tabanları arasında sözü edilen geçişkenlik, aslında fırsat değil, tehdittir. Evet, her iki partinin çekirdek tabanını da milliyetçi-muhafazakâr gelenekten gelen, benzer zihin dünyalarına, değer sistemlerine ve siyasi kültüre sahip olan toplumsal kesimler oluşturuyor.
Peki nedir sözü edilen bu gelenek?
Bu gelenekte devlet kutsaldır. Devletin bekası her şeyin üstündedir.
Bu gelenekte birey yok, devlete itaati ibadet sayan ve devlet tarafından korunup kollanmayı bekleyen kitleler vardır.
Devletin dikte ettiği resmi ideoloji tartışılmamalı, kabul edilip içselleştirilmeye çalışılmalıdır.
Devletin yüksek menfaatlerine halel getiren her şey, bütün hak ve özgürlükler zararlıdır, yok edilmelidir.
Ordu devletin belkemiğidir; Cumhuriyetin asıl sahibi, koruyucusu ve kollayıcısıdır, dolayısıyla hem seçilmişlerin hem de bütün halkın vasisidir.
Toplum denilen şey homojen bir bütündür. Hatta MHP liderinin ifadesiyle mozaik bile değil, yekpare bir betondur. Farklılıklar her zaman tehdittir, mümkünse hepsi yok edilmelidir.
Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur. Başta Batı dünyası olmak üzere bütün dünya birleşmiş bizi bölmek ve yok etmek için uğraşmaktadır. Her kötülüğün arkasında Yahudi parmağı vardır. Azınlıklar her zaman şüpheli ve güvenilmezdir. “Ermeni döllerinin”, Allahsız masonların devlete sızmalarına izin verilmemelidir.
Bu gelenekte, söz konusu vatansa her şey teferruattır.
MHP, 70’lerden bu yana bu dünya görüşünü hemen hemen hiç revize etmeden korudu; hatta pekiştirdi.
AK Parti ise Milli Görüş gömleğini çıkarmaya karar verdiğinden bu yana bu zihniyet haritasını dönüştürmeye, reforme etmeye ve global dünyanın gereklerine uygun çağdaş bir siyasi hareket haline getirmeye çalıştı. Bunda da büyük ölçüde başarılı oldu. Ne var ki bu başarı, parti tabanında – hatta yönetiminde – eski tip milliyetçi-muhafazakâr anlayışların tamamen yok olduğu anlamına gelmiyor. Hatta biz eski zihniyetin kalıntılarının zaman zaman bulduğu çatlaklardan su yüzüne çıkışına tanık oluyoruz.
İşte şimdi benim korkum, MHP’yle bir araya gelmenin, AK Parti tabanında varlığını sürdüren ve “eski Türkiye”yi temsil eden bu zihniyetin kalıntılarını yeniden yeşertme ihtimali…
“İki partinin tabanları arasında sözü edilen geçişkenlik, aslında fırsat değil, tehdittir” derken kastettiğim de bu.
Evet; değişen sosyoloji, büyüyen orta sınıf, bireyselleşen ve sekülerleşen Müslümanlar ve atılan köprüler…
Bunları biliyorum ama yine de uyarıyorum.
Malum, zor zamanlardan geçiyoruz ve işlerin yolunda gitmediği zamanlar, yeni edinilen ve henüz tam yerleşmemiş olan bilgi, tecrübe ve bilinci rafa kaldırıp eski düşünce kalıplarına yeniden sarılma eğiliminin güçlendiği zamanlardır.
Akşam gazetesi, 15.08.2015