Firavun gitti, halk Musa’yı arıyor

Mısır halkı diktatör Mübarek’i istifaya zorlarken gösterdikleri sabrı, direnci ve yeteneği demokrasiyi kurmada da gösterebilirlerse Mısır’ın tarih sahnesine yeniden bir özne olarak dönme şansı artacaktır. Bu süreçte Türkiye gibi bir başarı örneğinin Mısır elitleri ve halkı için cesaret ve ilham kaynağı olacağın, Ankara ve Kahire ekseninde yaşanacak yakınlaşmanın da Ortadoğu’nun jeopolitik ve stratejik mimarisini köklü biçimde yeniden tanımlayacağını belirtmek gerekir.

Mısır halkı Tahrir Meydanı’nda diktatöre karşı dik durarak otuz yıllık lideri devirmeyi başardı. Ancak asıl sorun bundan sonra başlıyor. En büyük eksiklik Mısır halkının demokrasi taleplerini realize edecek tecrübeli, güvenilir ve vizyoner liderlik kadrosunun yokluğudur. Şimdilik Mübarek’in bıraktığı liderlik boşluğunu kurumsal olarak ordu devralmış gözüküyor. Bu anlamda krizin devam ettiğini ve önümüzdeki dönemde belirsizliklerin süreceğini söylemek yanlış olmaz. Özellikle ordu içinde pek çok ABD yanlısı ve İsrail dostu generalin de bulunduğu göz önünde bulundurulursa, Tahrir Meydanı’nda toplanan milyonlarca Mısırlının bileğinin hakkıyla kazandığı devriminin çalınması bile muhtemeldir. S. Arabistan ve İsrail’in bölgede demokratik bir Mısır’dan pek hoşnut olmayacaklarını öngörmek için kâhin olmaya gerek yok. İsrail’e rağmen Obama yönetiminin Mısır’da sahici bir demokrasi denemesini nereye kadar destekleyeceği de şüphelidir. Halkın ve uluslararası toplumun, Mısır’daki geçiş hükümetine sürekli olarak meydanların sesine kulak verilmesi gereğini hatırlatmaları gerekecektir. Tarihsel bir analoji yapılması ne kadar doğrudur bilmiyorum. Ancak Mısır coğrafyasında binlerce yıl önce Hz. Musa’nın öncülüğünde zalim firavunun Kızıldeniz’de boğulması ile günümüzdeki olaylar arasında semantik bir bağlantı kurulabilir. O gün firavun bir peygamber eliyle devrildi. Bugün de o peygamber geleneğinin bilgeliğini, inancını ve sabrını kuşanan Mısır halkı tarafından Mübarek rejimi kâğıttan bir kaplan gibi yıkıldı. Şimdi Mısır halkı gerçekten modern Musa’lara ihtiyaç duyuyor. Hem de elindeki On Emir’le halka liderlik yapacak, selamet içinde halkı Kenan illerine ulaştıracak bir liderlik kadrosuna. Liderin yol haritasında ve kalbinde de “On Emir’in” ilkeleri olmalıdır: Kendini ilah ilan etmeyecek, çalmayacak, yalan söylemeyecek, öldürmeyecek ve yoksulları gözetecek…

Ortadoğu’yu devrim ateşi sardı. Kenan illerinde halk demokrasi talebiyle sokaklara dökülüyor. Onlarca yıldır bir yandan Batı’nın siyasî desteği diğer yandan acımasız baskı ve yıldırma politikaları ile ayakta kalan bölgedeki otoriter diktatörler kâğıttan kaplanlar gibi birer birer yıkılmaya başladı. Benzer özellikler taşıyan diğer bölge ülkelerinde de ciddi kıpırdanmalar var. Kısa sürede Suriye, Yemen, Cezayir ve Ürdün gibi güçlü liderlerce yönetilen Arap rejimlerinin yükselen bu siyasî dalgadan etkilenmemeleri mümkün değil. Ancak Ortadoğu’daki değişim dinamiklerinin siyasî, sosyolojik ve stratejik nedenlerini irdelemeyi başka bir yazıya bırakıp burada kısaca Mısır üzerinde duracağız.

Mısır, Arap ülkeleri içinde derin bir tarihî geçmişi, köklü bir medeniyeti ve güçlü bir devlet geleneği ile ön plana çıkan bir ülkedir. Baskıcı yönetim anlayışının tarihteki en eski örnekleri olarak bilinse de, firavunlar bile bu ülkedeki güçlü devlet geleneğinin varlığının ispatı olarak görülebilir. İslam döneminde de Mısır hep bir ilim ve irfan kaynağı olarak bilinir. Osmanlı yıkılıp Cumhuriyet kurulduğunda Türkiye’nin önde gelen bazı ilim ve kültür erbabının Kahire’ye göç ettiği de bilinen bir gerçektir. Milli şairimiz Mehmet Akif, Ali Ulvi Kurucu, son Osmanlı şeyhülislamı Mustafa Sabri gibi bazı kişiler (ve hatta Osmanlı hanedanından bazıları) Mısır’a göç etmiş ve birikimleriyle El-Ezher Üniversitesi’ne önemli katkılar yapmışlardır. Mısır halkının son yarım asırda dünya politikasında edilgen bir ülke haline gelmesi/getirilmesi ise şüphesiz bir tesadüf değildi. Daha çok Batı’nın bölgesel çıkarlarını ve özellikle de İsrail’in güvenliğini sağlamanın bir yöntemiydi. Nitekim Arap ülkeleri içinde muhalif hareketleri bastırmaya yönelik en yaygın, en acımasız ve en sistematik işkence ve baskının Mübarek yönetimi altındaki Mısır’da yapılmasının amacı da sömürge karşıtı, bağımsızlıkçı ve İsrail aleyhtarı Müslüman grupları topyekün sindirmekti.

Gerçekten de Mısır tarihte ve günümüzde genel anlamda Ortadoğu, özelde ise Arap ülkelerindeki siyasî, ideolojik ve kültürel trendleri belirleme gücüne sahip bir ülkedir. Bu anlamda örneğin Arap milliyetçiliğinin babası sayılan Cemal Abdünnasır, Mısırlı bir liderdi. Yine Seyyit Kutup gibi 20. yüzyılın ikinci yarısında bölgedeki ve hatta tüm İslam dünyasındaki siyasi İslamcılığın önemli referans kaynaklarından birisi haline gelen düşünce adamının bu ülkeden çıkması rastlantı değildir. Günümüzde de İslam dünyasında çok saygı duyulan İslam âlimlerinden biri olan Yusuf El-Kardavi de Mısırlıdır. Bugün Körfez ülkelerindeki üniversitelerde ders veren akademisyenler, fikir dünyasını şekillendiren düşünürler ve medya elitleri arasında pek çok Mısırlı vardır.

Bunlara değinmemdeki amaç, Mısır’da yaşanan halk devriminin hem bir tesadüf olmadığını hem de bu olayın Mısır elitleri üzerinden tüm bölge ülkelerini de etkileme potansiyelinin altını çizmektir. Başka deyişle eğer Mısır halkı diktatör Mübarek’i istifaya zorlarken gösterdikleri sabrı, direnci ve yeteneği demokrasiyi kurmada da gösterebilirlerse Mısır’ın tarih sahnesine yeniden bir özne olarak dönme şansı artacaktır. Bu süreçte Türkiye gibi bir başarı örneğinin Mısır elitleri ve halkı için cesaret ve ilham kaynağı olacağını ve dünyadaki güç dengelerinin hızla yeniden biçimlendiği bir süreçte Ankara ve Kahire ekseninde yaşanacak yakınlaşmanın da Ortadoğu’nun jeopolitik ve stratejik mimarisini köklü biçimde yeniden tanımlayacağını belirtmek gerekir.

Zaman-yorum, 15.02.2011

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et