Geçtiğimiz günlerde medyada bir haber çıktı. Enflasyonla mücadele amacıyla fahiş fiyat denetimi yapmak üzere bin beş yüz memur alınacakmış. Dün okuduğumuz başka bir habere göre de işletmelere sadece para cezası verilmeyecek, işletmenin belli bir süre için kapatılması da mümkün olacakmış. Marketler ile başlayan bu fahiş fiyat denetimlerinin, oteller, lokantalar, hizmet sektörü, konfeksiyon, beyaz eşya, elektronik eşya gibi çeşitli sektörlerde de devam ettirilmesi planlanıyormuş. Bu haberlerden anladığımız kadarıyla enflasyonun sebebinin açgözlü şirketler olduğu tespit edilmiş durumda.
Devletler zaman zaman kendi sebep oldukları problemler için çözümler üretmeye çalışır. Ürettikleri çözüm ise çoğu zaman sorunun daha da büyümesine yol açar. Enflasyon para arzının artmasından başka bir şey değildir. Ülkelerin para arzı grafiği ile enflasyon grafiği arasında her zaman paralellik vardır. Üretim artmadan para arzının artması, paranın satın alım gücünü azaltır ve enflasyon oluşur. Enflasyonla mücadele için sağlam para politikasını tercih etmek yerine fiyat kontrolleri yapmak devletlerin alışılageldik ama hiçbir işe yaramayan pratiklerindendir.
Açgözlü diye nitelenip enflasyonun sebebi olarak işaret edilen işletmeler kâr elde etmek için çalışırlar. Daha iyi şartlara ulaşma çabası insanın ve işletmelerin doğasında vardır. İşletmeler kâr etmek, büyümek ve elde ettikleri kârı hissedarlarına dağıtmak için kurulmuşlardır. Bunu temin edebilmek için de sundukları mal ve hizmeti satabilecekleri maksimum fiyatla satmaları gerekir. İşletmelerin belirleyeceği fiyatları sınırlayan faktörler vardır. Bunların başında rekabet ve tüketici tercihi gelir. Ayrıca fiyatlarını belirlerken başka psikolojik ya da stratejik faktörleri de göz önünde bulundururlar. Örneğin bir işletme en düşük marjla faaliyet göstererek ucuza ürün satmayı hedeflerken bir başkası ise kalitesini yüksek fiyatı ile kanıtlama ve kendi pazarında en pahalı ürünler sunma gibi bir strateji izliyor olabilir. Ya da bir başka işletme diğer sektörlere göre daha yüksek bir kâr marjının doğmasını ve başka yatırımcıların kendi sektörüne yönelmesini istemediği için çok ucuza mal satmayı strateji olarak belirleyebilir. Bunların hepsi normaldir, bir işletmenin fiyatını artırmasının ekonomi açısından bir sakıncası yoktur. Kâr eden işletmeler toplum için faydalıdır. Enflasyon sorunu yaşamayan ülkeler piyasadaki fiyatları zorla indiren değil para politikasını doğru uygulayan ülkelerdir.
Kâr toplum için faydalıdır
Bir alışveriş ancak o alışverişten iki tarafın da fayda görmesi halinde gerçekleşebilir. Malın alıcısı, mala satıcının biçtiği değerden daha fazla değer biçtiği için talip olur. Girişimci, girdi fiyatlarına kendi katacağı değeri de eklediği zaman ondan kâr edebileceğini hesaplar ve bu yüzden girişimde bulunur. Yaptığı faaliyet sonrasında da kârı hedefler. Bu kâr sayesinde o malın tüketicisine ihtiyaç duyduğu ürünü sunar. Kâr edemediği takdirde üretim yapmaz, tüketici de bu yüzden kayıp yaşar. Ticari kâr, tasarrufların doğru kullanıldığının göstergesidir. Kâr eden işletmelerin çalışanları da kazanç elde eder. İşletme istikrarlı bir şekilde kâr ederek sermaye birikimini arttırır ve yüksek teknolojili yatırımlar yapacak kapasiteye ulaşır. Çalışanların marjinal verimliliği ve ücretleri de bundan olumlu olarak etkilenir. Kâr eden şirketler kazandıkları paralarla yeni yatırımlara girişirler. Bu da ekonomiyi büyütür, yeni istihdam imkânları sağlar.
Fiyat mekanizması bir ekonomi için çok önemlidir. Fiyatlar ekonomide neyin üretilmesi gerektiğiyle ilgili sinyallerdir. Bir nihai tüketim ürününün fiyatının artması üreticiye ondan daha fazla üretmesi için bir mesaj gönderir. Böylece o üründe oluşabilecek talep fazlası önlenmiş olur. Eğer artması gereken fiyata müdahale edilirse piyasada kıtlık oluşur. Piyasadaki tüm planlama fiyatlara göre yapılır. Fiyatların kendiliğinden oluşması engellenirse ekonomideki kaynak dağılımı bozulur. Dünya Bankasının 2020 yılında yayınladığı Global Economic Prospects raporundaki “Price Controls, Good Intentions, Bad Outcomes” makalesine göre, fiyat kontrolleri yatırımı ve girişimci aktiviteyi azaltmakta, rekabeti bastırmakta, verimliliği düşürmekte, karaborsa yaratmakta olduğu gibi enflasyonu önlemekte de faydasızdır.
Fiyat kontrolleri baskıcı rejimlerin alameti farikalarındandır. Ekonomiye müdahale edilen ülkelerde bireysel özgürlükler tehlike altındadır. Ekonomi, beşerî hayatın en önemli alanıdır. Tüccarın bir malı kaça alıp kaça satması gerektiğine müdahale eden bir devletin diğer özgürlüklere karışmamasını beklemek yanlıştır. Ekonomik özgürlük endeksinde üst sıralarda bulunan ülkelerin aynı zamanda en özgür ülkeler olması, devlet terörünün en korkunç örneklerinin yaşandığı ülkelerin ekonomilerinin de merkezi planlamayla idare edilmesi tesadüf değildir. Mises’e göre “sosyalist ülkelerin diktatörlükle yönetilmesi bir kazanın sonucu değildir”. Guenter Reimann, 1939 tarihli The Vampire Economy kitabında nasyonal sosyalist Almanya’da devletin ekonomik planlama ve fiyat kontrolleri ile özel mülkiyete saldırmasını ve bunların özgürlüklere ve ekonomiye verdiği zararı anlatıyor. Nazi Almanya’sında bir işletmenin bir malı nereden kaça alacağı, hangi çalışana ne kadar ücret vereceği, ürünü nereye kaça satacağı karmaşık kanunlarla belirleniyordu. İşletmelerde parti tarafından atanmış memurlar bulunuyor ve tüm faaliyetler bu memurların gözetim ve onayıyla gerçekleştiriliyordu. Küçücük muhasebe hatalarına hapse varacak kadar büyük cezalar veriliyordu.
Fahiş fiyat yanlış bir kavramdır
Fahiş fiyat anlamsız ve sübjektif bir tanımlamadır. Devlet milyonlarca işletmedeki girdilerin maliyetini hesaplayıp üzerine kanunun uygun gördüğü bir kâr marjı koyarak piyasadaki fiyatları belirleyemez. Ekonomik sorunlar bu şekilde çözülemez. Bu, piyasadaki regülasyon hastalığının ve maliyetlerin artmasına, kâr marjlarının düşmesine ve ekonominin küçülmesine sebep olur. Devletimiz inşallah Venezuela, Zimbabwe gibi ülkelerin gittiği yoldan değil de ekonomisi sağlam ülkelerin yolundan gitme kararı alır ve piyasayı kendi hâline bırakır.