Bir politika, strateji ve taktiği geçerli ve başarılı kılan, sürdürülebilir olmasıdır. Aksi halde onu ortaya atanların aklı, iradesi ve ahlakı tartışma konusu olur.
PKK’nın referandumdan önce yeniden teröre başlaması da, BDP’nin “boykot” tavrı da, referandumda “hayır” oyunun savunulması da bu cümledendir, sürdürülebilir değildir. Sürdürmek için inat edenlere ağır maliyetlere yol açmıştır, bu maliyetin giderek arttığı önümüzdeki günlerde ve bilhassa referandumun kabul edilmesinden sonra görülecektir.
Bu üç tavrın birbiriyle özdeş olduğu söylenemez ama aradaki korelasyon bugünden görülmektedir. Bu korelasyon, aradan zaman geçtikçe çok daha net görülecektir. PKK ve Öcalan referandum öncesi Türkiye’deki demokratikleşmeye, sivilleşmeye ve özgürleşmeye hatta münhasıran Kürt sorununa yönelik demokratik açılıma rağmen yeniden şiddete başvurarak dünyanın ve Türkiye’nin demokratik kamuoyunda, Kürt meselesi etrafında oluşan kamuoyunda, BDP tavanında, PKK sempatizanları ve hatta militanları arasında telafi edilemeyecek itibar, moral ve taban kaybına uğradı. Giderek demokratikleşen bir ülkede “demokratikleşme” için şiddet yaptığını iddia etmenin garabetinin yanında, demokratikleşmeyi engelleyecek kontrgerillanın “gerilim stratejisi” ürünü şaibeli eylemler PKK’yı giderek daha çok sorgulamaya yol açacak bir süreci başlattı.
Sıra “boykot”ta
PKK’nın baskısıyla TBMM’de anayasa değişiklik paketine destek vermeyen BDP’nin referandumu boykot kararı da bu bağlamda Kürt sorununa duyarlı kesimlerde ve BDP tabanında ciddi reaksiyon yarattı. Bu reaksiyonun sonucu referandumda PKK ve BDP’nin otoritesinin sorgulanacağı tabandan gelen bir meydan okuma hali Öcalan, PKK ve BDP’yi geri adım atmaya itti. Öcalan’ın boykotu sorgulamayı mümkün kılan açıklamaları ve son olarak PKK’nın birçok sivil toplum örgütünün açıklamalarından sonra aldığı eylemsizlik kararı, PKK ve BDP’nin referandum tavrının sürdürülemez olduğunu gösterdi. PKK ve BDP sıcak mücadelenin içinden geldikleri için yaptıkları yanlış sonrası çok geniş çevrelerden aldıkları tepkilerle geri adım atmayı kabul edecek şekilde gerçeklikle yüzleştiler. Bu geri adımda şüphesiz kontrgerillanın “gerilim stratejisi”nin başarısız olması, her kanlı eylemden sonra kamuoyunda tahriklerin başarısız olması ve eylemlerin sorgulanması, otorite yerine aklın aranması, dünyanın ve Irak’ın Türkiye ile işbirliğine yönelmesi ve Kürt hassasiyeti olan vatandaşların PKK’dan hızla uzaklaşması rol oynamıştır. Anayasa değişiklilik paketi ve referandum tartışmaları, bu vadide PKK ve BDP’yi demokratikleşmeye karşı çıkan ve vesayet rejimini savunan bir hatta açıkça resmetmiştir. Son demokratikleşme dalgası, vesayetin kan bankası olarak çalışan PKK’yı sonun başlangıcına getirmiştir.
PKK ve BDP çizgisi şimdi de “boykot” kararında usulünce geri adım atarak, tabanına söz geçiremeyen örgüt görüntüsünden sıyrılmak isteyecektir. Son YAŞ kararları Türkiye’de asker-sivil bürokrasinin vesayet rejiminin tasfiye edilmekte olduğunu bir kez daha göstermiştir. PKK ve BDP, bu tasfiye karşısında devlet katında PKK konusunda sağlanan mutabakat çerçevesini şiddet kullanarak sarsmak, bu işin asıl muhatabı ordudur söylemiyle Kürt meselesinde kendi vesayetini devam ettirmek ve baş edemediği demokratik-sivil aktörleri susturmak imkânlarından giderek mahrum kalmaktadır. Bu durum Kürt meselesini çözmek amacıyla başlayan demokratik açılıma, sivil ve siyasi aktörlere referandumdan sonra yeniden bir hareket alanı açacaktır.
CHP-MHP’nin stratejik hatası
Referandumdaki “hayır” cephesine gelince, bu kesim vesayet rejiminin sona ermekte olduğunu idrak etmekte zorlanmakta ve bu yüzden de gerçeklikle bağdaşmayan bir siyasette ısrar etmektedir. Esasen bu kesimin iki ana siyasi grubu yargı ve askerî bürokrasinin vesayeti altındadır. Kuruluş misyonları ve ideolojileri itibarıyla daima resmî ideoloji ve bürokrasiyle ko lkola olan CHP ve MHP, modern bir siyasi parti olmayı başaramıyorlar. CHP genel başkan değişikliğiyle, MHP sokaktan uzak tavrıyla vesayet dışına çıkma, demokratik,sivil ve modern bir siyasi parti olma imkânına en çok yaklaştıkları zamanda eşiği aşmak yerine eşiğe çarparak daha geri bir noktaya düştüler. Bu halleriyle de siyaset yapılabilecek ve oy devşirilebilecek koca bir alanı AK Parti’ye terk ettiler. Referandum öncesi MHP’de, referandum sonrası CHP’de görülebilecek tabanlarına ters düşen genel merkez politikaları ve ideolojik çerçevelerin günümüz Türkiye’sindeki gerçeklikleri açıklamaya yetmediği daha çok tartışılacak. Vesayet rejiminin tasfiyesi CHP ve MHP’yi giderek zorlayacak yeni aktör, ideoloji ve siyasi hareketlerin önünü açacaktır. Vesayet rejiminin partilerine dönüşen ANAP ve DYP’nin başına gelenlerin, değişimi kendi içlerinde hayata geçiremezlerse, uzun vadede CHP ve MHP için de ciddi bir tehlike teşkil ettiği şimdiden söylenebilir. Bu bakımdan ANAP ve DYP’nin kılıç artığı olarak ortada dolaşan DP’nin serüveni ibretliktir.
CHP ve MHP’nin referandumda sürdürülemeyecek bir hayır cephesinde ısrar etmeleri, savaşı AK Parti’nin istediği yerde ve şartlarda kabul etmelerini ifade ediyor. Bu ihmal edilemeyecek büyük bir stratejik hata olarak mücadelenin kaderini etkileyecektir. Bu iki parti hiç değilse, Anayasa Mahkemesi’nin kararından sonra havayı yumuşatarak 12 Eylül’ün bir hezimete dönüşmesini engelleyebilirlerdi. CHP ve MHP, AK Parti’nin YAŞ performansını da hesap edemedikleri için yaşayacakları hezimet 22 Temmuz 2007 seçimlerine benzeyecektir. Bu hezimet ise CHP ve MHP lider ve kadrolarının siyasi akıllarını artık tartışmaya açacaktır. Bu tartışmanın ise, bu partilerin misyon ve ideolojilerine uzanmadıkça faydalı bir netice doğurması beklenemez.
MHP, zaten hak etmediği ölçüde şişmiş ve giderek arkaik bir görüntü veren bir soğuk savaş dönemi partisidir. Bugün sokaktan ve şiddetten uzak durması, MHP’yi modern, sivil ve demokratik bir parti yapmaya yetmemektedir. MHP’de zor da olsa lider değişikliği yaşansa bile, milliyetçi hareketin bir bütün olarak bu devasa problemi aşacak bir yenilenme istidadının olduğu söylenemez.
CHP ise Kemal Kılıçdaroğlu’nun gelmesi ve Deniz Baykal’ın gitmesiyle ciddi bir hareket kabiliyeti kazanmıştı. Bu enerjinin başarısız olacak bir ‘hayır’ kampanyası yerine partinin yenilenmesi ve siyasi yelpazeyi yeniden şekillendirecek inandırıcı hamlelere harcanması daha yerinde olurdu. 12 Eylül’de yaşanacak bir başarısızlığın CHP’de yeniden bir parti içi hesaplaşmanın önünü açması galip ihtimaldir. Gerçi böyle yapılsa bile CHP’den sosyal demokrat bir parti çıkarmanın neredeyse imkânsız olduğu söylenebilir.
Halbuki “hayır” cephesi anayasa değişikliğinin belki de daha geniş bir şekilde hayata geçmesini temin ederek savaşı AK Parti’nin istediği yerde kabul etmeyebilirlerdi. Bu şekilde şimdi hayır diyerek muhafazakâr ve demokratların AK Parti üzerindeki parti sadakatini perçinlemek yerine, onların hak ve hürriyetlerini garanti eden bir anayasal çerçeveyle parti sadakatini zayıflatabilirlerdi. Bu iki partinin ve “hayır” cephesinin ideolojik körlüğü ve AK Parti karşıtlığı artık siyaset yapmalarına dahi mani olacak hale gelmiş durumda. “Hayır” cephesinin 12 Eylül referandumunda yaşayacakları hezimeti takiben başarısızlığın analizi yerine, şiddetli bir iç çatışmaya girmesi muhtemeldir. Bu bakımdan tıpkı terör ve boykot gibi ‘hayır’ da sürdürülebilir değildir.
Zaman, 18.08.2010