Bilmiyorum, gördünüz mü: “Evrimi Savunuyorum” isimli beş dakikalık bir mini-belgesel dolaşıyor internette. Bir grup tiyatrocu ve müzisyen, kamera karşısına oturmuş ve Darwin’in evrim teorisini niçin savunduklarını anlatmışlar. Bir de “mevcut iktidara” verip veriştirmişler. Çünkü bu iktidar, “ben bilime ihtiyaç duymuyorum” diyor, bilimin yerine dini koyuyormuş.
Film, açıkçası, dünyanın en etkileyici yapımı filan değil. İçinde üç-beş klişeden başka bir şey geçmiyor. Ama bunlar önemli klişeler, çünkü “din ve bilim” konusu her açıldığında tekrarlanan sığ ezberleri yansıtıyorlar.
Bu ezberlerin biri, “bilim” ve “evrim”in özdeş zannedilmesi. Öyle ki, bunlardan ikincisini sorgulayan, birincisini de reddetmiş sayılıyor.
Oysa durum pek öyle değil. Çünkü, evet, Darwinizm ortaya çıktığından beri bu teoriyi “dinimize aykırıdır” diye reddedenler oldu ve hala da var. Ama bugün Batı’da yürüyen ve kısmen Türkiye’de de yankılanan “evrim tartışması” bilim-içi bir zeminde yürüyor.
Deney ve gözlem
Bu zemin, özetle şu: Yerkürenin üç küsur milyar yıllık tarihi içinde dev bir değişim yaşandığını, zamanla yeni türlerin ortaya çıkıp bazılarının da yok olduğunu inkar eden yok. Tartışılan, bu muazzam değişimi hangi “mekanizma”ların sağladığı. Daha doğrusu, Darwin’in ileri sürdüğü mekanizmaların gerçekten her şeyi açıklayıcı olup olmadığı.
Bu konuda “tasarım” diye farklı bir mekanizma ileri sürenler de var. Bunu reddedenler, “iyi ama tasarım gözlemlenemez, deneye tabi tutulamaz, yani bilim dışıdır!” diye kızıyorlar. Sanki milyarlarca yıllık “evrim süreci” gözlem ve deneye tabii tutulabilirmiş gibi…
Gerçekte ise, hayatın veya türlerin kökenini tartıştığımızda, ister istemez gözlem ve deneyin dışına çıkıyor, çünkü çok eskiden olup bitmiş olaylardan söz ediyoruz: İlk hücrenin, balığın veya kuşun ortaya çıkışını, ne zamanda yolculukla gidip yerinde görebilir ne de laboratuvarda tekrar edebiliriz.
20. yüzyılın büyük bilim felsefecisi Karl Popper, işte bu yüzden Darwinizm için “bilimsel teori değil, metafizik araştırma programı” demişti.
Ama gel de İngiliz düşünürün bu tespitini, kendi metafizik inançlarını (yani materyalizmi) “bilim” zanneden Türk tiyatrocularına anlat…
Din ve bilim
Aslında “Evrimi Savunuyorum” filmindeki ana tema, evrimin de ötesinde, “din-bilim çatışması” ezberi.
Bu ünlü bir ezberdir ve başta “Galile olayı” olmak üzere, dini bağnazlığın bilimsel gelişmeyi hakikaten engelleyebildiğini gösteren seçilmiş hikayelere dayanır.
Oysa tarihte “dinle sınırlanan bilim” kadar “dinle motive olan bilim” hikayesi de vardır. İbn-i Heysem’den İbn-i Sina’ya, Newton’dan Faraday’a kadar nice dindar bilim adamı, inançlarından ilham alarak araştırmış ve keşfetmiştir tabiatı.
Dahası, bilimi sınırlayan bağnazlıklar, sadece dini öğretilerden değil, din-dışı felsefe ve ideolojilerden de çıkabilir.
Örneğin, modern genetik bilimine yönelik en büyük “dogmatik saldırı,” Stalin’in tarım uzmanı Lysenko’dan gelmişti. Çünkü Mendel genetiği, Sovyet resmi ideolojisi olan “diyalektik materyalizme” aykırı bulunmuştu. (Bu arada, unutmadan, Mendel de bir din adamıydı!)
Türkiye’de de tarih ve antropoloji bilimleri, Kemalizm’in dogmatik saldırısına maruz kaldı: “Türk Tarih Tezi” zırvasını uydurup dayatanlar, cami hocaları değil, “laik” rejimin “çağdaş” aparatçikleri idi.
Özetle, bağnazlığın bilime darbe vurduğu kesindir. Ancak kendilerini çok “açık” zanneden seküler (din-dışı) zihinler de fena halde bağnaz olabilir.
DİPNOT: Bu konulara ilgi duyanlara, Ufuk Kitapları’ndan yeni çıkan “Hani
Tanrı Ölmüştü?” adlı çeviriyi şiddetle tavsiye ederim.
Star, 28.03.2012