Türkiye, kendini derinden tartışıyor. Üzerinde konuşmadığı, müzakereye açmadığı ve yüzleşmediği konu yok gibi. Kürtlük, Alevilik, gayri Müslimler… Kemalizmin bunlara çizdiği dar ve kasvetli kalıpların varlığından çıkan ‘kurgu toplum’, eleştirilerle delik deşik bir imgeye dönüşüyor. Tartışmalar yapılırken oldukça özgür ve sınırların seyyaliyeti içinde hareket ediliyor. Resmi veya geleneksel kalıp yargıların sınırlarına bakılmıyor. Entelektüel dinamizmin bütün imkânlarından yararlanılıyor. Farklı, canlı, akışkan, hareketli ve meydan okuyucu düşüncenin bütün renklerine açık bir zihinle hareket ediliyor. Muhafazakâr, sol, Kürt, liberal, Alevi damarlardan çıkıp gelen bu dinamizm, ‘evrensel dil’le konuşuyor.
Millet geleceğini arıyor
Geleceğini yeniden arayan millet, burada büyük bir handikapla yüz yüze. Bu, travmatik millet hafızasının çeşitli ‘itiraflar’la sağaltımı yapılırken yeni öfke bloklarının üretilmesi tehlikesidir. Bütün tartışmalarda Kemalizmin ‘kurgu toplum’ projesinin ürettiği hikâyelere yer verilmekte. Kişiler, aileler, etnik kimlikler, mezhepler, tarikatlar, cemaatler ve aşiretler bağlamında yaşanan bu travmalar, yıllarca kuşaktan kuşağa sözlü kültürle akıp gelmiş. Yazılı kültürün resmi hegemonyasına karşın, topluluklar sözlü kültürü kullanmış. Orda sürüp gelen ve asırları kapsayan yola tutunmuş.
Okullar ve resmi dairelerin yanında, köy odaları, medreseler, harman yerlerindeki konuşmalarnda sürüp gelen hikâyeler… Ya da dengbejlerin, âşıkların, ağıtçıların ve menkıbecilerin duygusal, şiirsel ve estetik varlığından süzülüp gelen anlatılar… Türkiye’nin son yüzyıllık sivil tarihi, bu mahremiyet ve mahrumiyet içinde şekillendi. Kitlesel, grupsal ve bireysel psikolojilerle gelişen zihinsel ve politik meydan okumalar, bugün kendini farklı biçimlerde dışa vuruyor.
Şeyh Said Olayı, Dersim, Mustafa Muğlalı, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül, Çorum ve Maraş Olayları, Diyarbakır Cezaevi, Madımak Oteli… Bütün bunlar, fetihçi modernliğin siyasal pratiklerinin farklı alanlardaki tezahürleri. Modernliğin tahakküm, hegemonya ve tekleştirme ruhunun Kemalizmdeki ışımaları. Şiddet ve tahakküm kültürünün dansıyla ortaya çıkan oyunlar.
Şimdi bunlarla yüzleşirken, devletimizin ‘kurgu toplumu’ tahayyülünden vazgeçmesi için eleştirilerde bulunurken, ciddi bir sorunu yeniden üretmeye çalışıyoruz: Bütün bu tarihler, mekânlar, kişiler ve olaylarla ilgili günler, anıtlar, kutlamalar inşa ederek, ‘karşı kurgu toplum’ geliştirme yanılgısı. Çünkü yaşanan travmaları yeni imgeler etrafında canlı tutacak çeşitli gün, kutlama ve anıtlar inşa etmek, ciddi öfke bloklarının tesisine yol verecektir. Bu öfke blokları aracılığıyla farklı cemaatler (Kızılbaşlık gibi), etnisiteler (Kürtler gibi) ve gruplar, yaşadıkları travmatik durumları zihinlerinde canlı tutarak yeni nesillere aktarma eğitim sürecini oluşturacaklar. Bu da öfke, hınç ve kötülüğün aktarımı manasına gelir. Ya da bu bilinç yoğunluklarının kuşaktan kuşağa aktarımının rutinleşmesini sağlayarak gizil öfkelerin yedek patlamalarını var kılar. Batı’da Yahudiliğin Holocoust örneğinde seçtiği bu yöntemin, milletimiz için sağlıklı bir yol olduğunu söylemek zor. Gerçi Batı’da da bu yöntemin çözüm olduğunu söylemek pek mümkün değil. Hatta dünyada.
Öte yandan garip bir biçimde bütün topluluklar, kimlikler ve milletler yeryüzündeki varlığını evrenselleştirmek ve kanıtlamak için kendilerine yeniden ‘soykırım anlatıları’ inşa ediyorlar. Bunu kadim dinlerin ‘yaratılış öykülerini’ andırır biçimde yaparak varlıklarını meşrulaştırma çabasına giriyorlar. Bunu Türkler de yapıyor artık. Çanakkale, bunun son örneği. Vamık Volkan’ın ‘seçilmiş travma’ kavramıyla söylersek, Çanakkale, milletimizin yeniden var oluşunun ‘soykırım anlatısını’ temsil edecek biçimde yeniden yapılanıyor. Daha alt toplumsal bağlamda ise Kızılbaşlar ve Kürtler bahsettiğim travmalar üzerinden giderek “millet altı yeni yaratılış” anlatıları oluşturmak, düpedüz icat etmek istiyorlar. Türkler, bir üst millet tahayyülüyle anlatıyı Batı ya da dış dünyaya karşı inşa ederken, Kürtler ve Aleviler ise Türklere karşı bunu geliştirmeye çalışıyorlar. Türkler, özellikle 1915 olayları karşısında yaşadıkları baskıyı savmak için Çanakkale üzerinden hareket ediyorlar. Toplumdan gelen bir psikolojiyle de destekleniyor bu. Kürtler ise Kemalizmin uyguladığı baskı örneklerinden hareket ediyor. Aleviler ise Dersim, Çorum, Maraş ve Madımak olgularını birleştirerek Sünniliğe karşı mobilize oluyorlar. Sünnilik üzerinden bir ‘karşı söylem’ icat ediyorlar.
Geçmişi hayırla yad etmek!
İslam geleneğinin Ehl-i Sünnet yaklaşımında ‘geçmiş’ hayırla yad edilir. Kolektif varlık, geçmişin travmaları üzerine kurulmaz. Yüce idealler üzerinde tesis edilir. Peygamberimiz Hz. Muhammed, Mekke’yi fethettiği zaman boykot döneminde yaşadığı travmayı hatırlatıcı ve süreklileştirici hiçbir şey yapmadı. Herkese yeni bir sayfa açtı. Türkiye’nin ana tarihsel kültürünün bilinçaltını da bu yaklaşımın oluşturduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle, tahakküm pratiklerinden oluşan bir geçmiş eleştirisiyle bugün yedek ‘öfke blokları’ üretmenin bir faydası yoktur. Sonuna kadar politik toplum eleştirilerini yapmalı ve yeni bir toplumsal sözleşmeye karar vermeliyiz. Yeni bir geleceği, yeni idealler üzerine kurmalıyız. Geçmişin karanlık olaylarından bir aydınlık çıkarma imkânı yoktur. Bu nedenle kurgu toplumunun politik sahiplerine benzer bir biçimde yeni günler, anıtlar, isimler düzenleyip bunlar etrafında matemler yaratmak bizleri kurtuluşa götürmeyecektir. Millet olarak yeni politik varlığımızı acılar ve matemlerden örülü travmalarla kuramayız. Yeni ufuklar, yeni idealler ve yeni toplumsal dinamizmimizin üzerinden yükselebiliriz!
Açık Görüş, Star, 20.02.2011