Son haftalarda Ergenekon kovuşturması çerçevesinde ardı ardına bazı gazetecilerin evlerinin aranıp gözaltına alınması, hatta bir kısmının tutuklanması, medyada belirgin bir infiale yol açmış görünüyor.
Bu mesele dolayısıyla bazı gazeteciler gazetecilik faaliyeti ile suça -bu arada demokrasi karşıtı girişimlere- bulaşma arasında bir ayrım yapılması gerektiğini yazıp-söylüyorlar. Kimileri de bütün bu “Ergenekon işleri”nin hükümetin muhalif medyayı susturma siyasetinin eseri olduğuna kaniler. Gözaltına alınan veya tutuklanan gazetecilerin en azından bazılarının masumiyetine kişisel olarak kefil olanlar da var tabii.
Gazeteciliğin, tanımı gereği, kötülüğe bulaşması mümkün olmayan kutsal bir meslek olduğu inancını bir yana bırakırsak, bunların hepsinde belli ölçüde doğruluk payı var. Şu kayıtla ki, adli makamların yürüttüğü bu çığırından çıkmış görünen arama, gözaltı ve tutuklama furyasını hükümetin muhaliflere yönelik bir komplosu olarak göstermek pek ikna edici durmuyor. Bütün bu işleri hükümetin kontrolü altındaki emniyet teşkilâtı kendiliğinden yapıyor olsa, hükümete yönelik bu itham haklı olabilirdi. Şikâyet konusu furyanın asıl faili savcılıklar ve mahkemeler olduğuna göre, olsa olsa, adli makamlar “kraldan fazla kralcı” davranmış olmakla eleştirilebilirler.
Ama öyle veya böyle, ortadaki manzara hiç de iç açıcı değildir. Onun için, kendisinin yarattığı bir sonuç olmasa bile, hükümetin yine de bu görüntüyü düzeltmek için yapabileceği bazı şeyler var. Hükümet mensupları bu meselede hiçbir şey yapamasa bile, ortaya çıkan bu manzaradan hoşnut olmadıklarını, meselenin bu noktaya varmasını istemediklerini her fırsatta dile getirebilirler. Dahası, emniyet güçleri hazırlık soruşturmasını görünüşte savcılıkların yönetim ve denetimi altında yürütüyor olsalar da, onların “işgüzarlığı”nın ve delil bulmadaki isteklilik ve “becerileri”nin savcıları etkiliyor olması kuvvetli bir ihtimaldir. Eğer öyleyse, hükümetin ve özellikle de İçişleri Bakanı’nın kendi memurlarını meşruluğun sınırları içine çekmesi gerekir.
Öte yandan, Ergenekon savcıları ve mahkemeleri de bu davaları hukukun sınırları içine çekme konusunda daha özenli davranmak zorundadırlar. Ergenekon’un resmini gereğinden fazla büyütmek veya bu meselede “büyük resmi” ortaya çıkarmaya çalışmak bu davaları amacından saptırabilir. Nitekim, Ergenekon kovuşturmaları yeni başladığı sıralarda, varsayılan “büyük resmi” ortaya çıkarma çabasının yol açacağı hukuki sapmaların “Ergenekon sempatizanlarının zaten baştan beri yaymaya çalıştıkları ‘bu iş bir palavradan ibarettir’ havasını pekiştirmekten başka bir işe yarama”yacağı uyarısını yapma ihtiyacı duymuştum (Star, 25 Ekim 2008)
Sonuç olarak, beni bu meselede kaygılandıran üç şey var. Birincisi, Ergenekon kovuşturmasının kapsamının olur-olmaz her şeyi içine alacak şekilde genişletilmesi yüzünden davanın ciddiyetinin kalmaması ihtimalidir ki, bu durumda sahiden darbe hazırlığı yapmış olanların bile hak ettikleri cezalara çarptırılamamaları bile söz konusu olabilir. Aynı ihtimal, AKP karşıtı medyanın ve politik çevrelerin kasıtlı bir kampanyası sonucu bu davanın gözden düşmesi halinde de söz konusudur. Nihayet, bunlardan daha az kaygı verici olmayan bir ihtimal de, davanın gereksiz yere genişletilmesi yüzünden, pek çok kişinin gerçekte darbe hazırlıkları içinde yer almadıkları halde, sırf AKP hükümetine muhalefet ettikleri için bu süreçte mağdur edilmesidir.
Star, 05.03.2011