Yargıtay 21 Nisan 2016 tarihinde Ergenekon Davası’nın temyiz kararını açıkladı. Davayı hem esastan hem usulden bozdu, anlaşılan dava yeni baştan tekrar görülecek. Aslında bu sonuç kimseyi şaşırtmadı, zira Paralel Devlet Yapılanmasının davada yaptığı çok sayıdaki hukuksuzluk ve sahtekârlık hayli zamandır ortadaydı.
Bu dava başından beri Türkiye’nin askeri vesayet ve darbeler karşısında verdiği bir demokrasi mücadelesi olarak görüldü. Bu yapılanma sivil siyasetin iktidar olmasına izin vermeyen, bunun için bazen doğrudan klasik darbe yapmak suretiyle, bazen post-modern darbe yoluyla, çoğunlukla da sadece tehdit ve gözdağı ile ülkeyi istedikleri şekilde dizayn eden bir vesayetin yeraltı icra organıydı.
Bu ülkede yaşayan insanlar, adı ister Ergenekon olsun, ister Gladyo olsun, ister Özel Harp Dairesi olsun, ister JİTEM olsun, devlet içinde hukuksuz işler yapan bir derin yapılanma bulunduğundan kendi adları kadar eminler. Yaşayarak tecrübe ettiklerinden, derin devletin varlığı da kirli işleri de bu halk için aşikardır. Bu yüzden de davaya zamanında büyük bir destek verdiler.
Paralel Yapılanmanın bu ülkeye verdiği en büyük zararlardan birisi sahih ve tarihe övünçle geçebilecek bir demokrasi mücadelesini utanç vesilesi olacak bir adalet ve hukuk skandalına dönüştürmesi oldu. Halkın ve siyasi iradenin gerçek bir “davaya” verdiği desteği kendi amaçları için kullandılar. Davayı yozlaştırdılar, esas ve usulde hukuksuzluk yaptılar. Sırf devlette kontrolü sağlayabilecekleri bir iktidar yapılanmasına alan açmak için haklı bir davayı sakatladılar.
Ayrıca pek çok insanı mağdur ettiler, sanıkların bazılarına geri döndürülemez ve telafi edilemez zararlar verdiler. Açıkçası o dönemde dillendirilen hukuksuzluk iddialarına kamuoyu fazla kulak kabartmadı. Bunun sebeplerinden biri Cemaatin emniyet-yargı-medya üçgeniyle kamuoyunu çok profesyonelce manipüle edebilmesidir. İkinci sebep ise Ulusalcı Cephenin somut hukuksuzluk iddialarını dile getirmek yerine, bu hukuksuzluklar üzerinden davanın aslını ve darbe iddialarını top yekûn olarak reddetmeye kalkışması oldu.
İki konu ayrılmadan girişilen bu reddiye karşı tarafta haklı olarak davayı savunma refleksi yarattı. Zira darbelerle dolu tarih, darbeye ve müdahaleye imkan yaratmak için girişilen suikastlar ve saldırılar, AK Parti Hükümeti karşısında vesayet kurumlarının aldığı pozisyon vb. unsurlar darbe iddialarının genel kanıtları olarak ortada duruyordu. Vesayetle mücadeleden vazgeçilebileceği endişesiyle savunmaya yüklenmekten, maalesef hukuksuzluk iddialarına zamanında, yeterince kulak verilmedi.
Yargıtay’ın bozma kararı bazılarını büyük bir hayal kırıklığına uğratmış görünüyor. Davanın bu şekle dönüşmüş olması üzücü, ancak hukuksuzluğun neresinden dönülürse kârdır. Yargıtay’ın bozma kararını yapılmış darbe hazırlıklarının ve derin devletin inkarı olarak görmemek gerekir. Esas ve usule dair hukuksuzlukların teyit edilmesi olarak görmek gerekir.
Belki bu yaşananlar vesayete karşı demokrasi mücadelesini kirletmiş olabilir, ancak haklı bir davanın hukuka uygun ve adilane şekilde yeniden görülmesi bu kirin temizlenmesi için önemlidir. Hukukun geç de olsa işlemesi demokrasi mücadelesine halel getirmez.
Vesayete karşı verilen bir mücadele aynı zamanda yargının bir vesayet kurumu olmaktan çıkarılması ile de ilişkilidir. Ne var ki, bu mücadeleyi suiistimal eden Paralel Yapılanma, meğer yargıyı eski vesayetin elinden alırken, kendi vesayetine geçirme hedefini gütmüş. Bu yüzden yargıdaki Paralel Yapılanmadan kurtulmak hala önemli bir meselemiz. Bu karar, en azından bu davada, Paralel Yapılanmanın var olan etkisini kullanamadığını da gösteriyor.
Yeni Yüzyıl, 25.04.2016