“Bir fikri yıkmak istiyorsan iyi saldırma kötü savun” demişler.
Son yıllarda Ak Parti çevresinde türeyen bazı unsurlar tam da bunu yapıyor.
Tıpkı kötü paranın iyi parayı kovması gibi, kendilerine “Erdoğan’ı savunma” misyonu biçen bu unsurlar da özellikle en düzgün, en saygı uyandıran insanları hedef alıyor.
“Reis’i savunmak” adına, Ak Parti’yi bu ülke için şans olarak gören ama tam da bu yüzden onun hata yapmaması için partiyi ve Erdoğan’ı eleştiren insanlara saldırıp, onları itibarsızlaştırmaya, küstürmeye ve muhalifleştirmeye çalışıyorlar.
Erdoğan’ı kimden koruyorlar? Şimdiye kadar bütün darbe ve muhtıralarda, alaşağı etme girişimlerinde doğru yerde durmuş insanlardan.
Kimlerle koruyorlar? Genellikle totaliter soldan ve sağdan gelen ve içindeki kavgayı ve çatışmacı düşünce tarzını olduğu gibi yeni “siyasi kampına” taşıyan cengaverlerle.
Düşünebiliyor musunuz, “koalisyoncu” diye bir suçlama bile var, sanki o gün bunu makul bulmak ahlak dışıymış, büyük günahlardanmış gibi.
Gerçekten “lidere mutlak itaat” beklediklerinden mi yoksa başka bir açıklaması mı var bu garabetin? Savunduklarını iddia ettikleri kişiye sahiden bir faydası olduğuna inanıyorlar mı bu kırıp dökmelerinin? Yoksa bunu kendileri için mi yapıyorlar?
Açıkçası çok da önemli değil.
Sonuçta Ak Parti’nin patolojik karşıtlarının her gün “yandaş” diye hırpaladığı insanları, onlar da “hain” veya “sadakatsiz” diye hırpalıyorlar.
Makul bir dille uyarılarda bulunanları veya Ak Parti’ye eleştirel destek veren insanları döve döve muhalif yapmaya çalışıyorlar. Muhalifleri de düşman.
“Öyle mırıldanıp durma, aslında hedefin Erdoğan, konuş bakalım” mealindeki suçlamalarla insanları daha fazlasına zorluyorlar. Buna teşne trollerle onlara sürekli laf atarak o insanların sinirlerini yıpratmaya ve dengesini bozmaya gayret ediyorlar.
Bazen başarılı da oluyorlar açıkçası. Hedef aldıkları da insan sonuçta ve etkileniyor.
Bazıları küskün ve kırgın biçimde alanı onlara terk ederken veya kalemi bırakırken, bazıları ise derin bir kırgınlık içinde, aslında hiç söylemeyecekleri veya yazmayacakları şekilde davranıp, tepkisel tutumlar alabiliyorlar.
O seviyesiz saldırıları yapanları önemsediklerinden değil. Ama Sözcü’den gelse gülümseyip geçecekleri sayıklamalara değer verdikleri bir çevrede pirim verildiğini görmek, haklı olarak yaralıyor onları.
Bu kötülüğe neşter vurması gereken ise en başta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisi.
“Benim adıma değil” demek ve Gülay Göktürk’leri neo-muhafazakarlara kurban ettiren çarkı durdurmak herkesten önce ona düşer.
Ama o yapmıyorsa bile teraziyi düzgün tutmayı başarmak gerek.
Vicdanlı ve basiretli insanlar, her şeye rağmen dengeyi kaybetmemek zorunda.
Kolay değil, biliyorum. Ama ne kadar seviyesiz, haksız ve zalimce saldırılara maruz kalırlarsa kalsınlar, Ak Parti’yi, hükümeti, Erdoğan’ı normal şartlarda ne kadar destekleyeceklerse o kadar desteklemeyi, ne kadar eleştireceklerse o kadar eleştirmeyi başarmak zorundalar.
Özellikle de bütün eksikliklerine rağmen bu ülkenin kadim sorunlarını çözmeye en yakın siyasi alternatifin Ak Parti olduğunu, diğer alternatiflerin hiç umut vermediğini düşünenlerin, tepkisel bir tutum almak yerine, her şeye rağmen ona söz söyleyebilecek bir mesafeden doğruları dile getirmeye devam etmeleri gerek.
Her taraftan başlarına taş yağarken üstelik.
“Kaf dağından bir taşı şöyle attılar bana / öğlelik yola düştü bozayazdı yüzümü” diyor Yunus Emre.
Tasavvufi yorumunu geçelim, “basit görüşlü insanlar bana laf attılar, attıkları taş yolun yarısına kadar geldi, ama az kalsın ben de onlara uyup yüzümü bozacaktım, yani kendimi tutamayıp hata yapacaktım” diyor.
Kadim bilgeliğe kulak vermek gerek.