Bir haftadır yoktum bu köşede. Hayatımın en zor haftasını geçirdim. 35 yıldır kalbimi birleştirdiğim adamın kalbi tekleyince ben de can alıp can verdim. Onun damarları değiştirilip kan akışı tekrar başlayıncaya kadar sanki benim damarlarımdan da akamadı kan.
Allahtan ki, “tesisatçılarımız” mükemmeldi. Siyami Ersek Hastanesi’nin usta cerrahları Murat Demirtaş, Bülent Ketenci ve tüm ekip öyle iyi bir iş çıkardılar ki, artık bir damla bile sızdırmıyor!
Kendilerine minnettarım. Hem ustalıkları, hem insanlıkları için…
X X X
Yazıya nereden başlayayım diye düşünürken, öyle güzel bir şey oldu ki aniden, gündemim kendiliğinden belli oluverdi.
Erdoğan yine koydu farkını ortaya… Yine yaptı yapacağını; zaman zaman kızsak da, endişelensek de, eleştirsek de, ondan neden vazgeçmediğimizi ve neden kolay kolay da vazgeçemeyeceğimizi gösterdi cümle aleme.
90 yıldır gelen giden bütün yöneticilerin bir türlü söyleyemediği o lafı söyleyebilecek tek kişi oydu, başka biri de yoktu. Ve bütün samimiyetiyle güm diye söyleyiverdi işte. “20. Yüzyıl’ın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermeniler’in huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz”, “Kadim, eşsiz coğrafyanın benzer gelenek ve göreneklerine sahip halkların geçmişi, olgunlukla konuşabileceklerine inanıyoruz”sözleriyle 100 yıllık resmi söylemi tarumar etti. Ve bütün Türkiye tatlı bir huzur içinde şöyle düşündü: Sahi, neden şimdiye kadar kimse söylemedi ki bunları?
Büyük liderler, idare-i maslahatçılar
Ülkelerin tarihinde iki türlü yönetici olur. Birinci gruptakilerin -ki sayıları toplamın yüzde 90’ını bulur- devraldıkları iktidarı kazasız belasız kendilerinden sonrakine devretmekten başka bir perspektifleri yoktur. Görevlerini “durumu idare etmek” olarak algılar, fazla suya sabuna dokunmadan, düşman edinmekten kaçınarak hareket eder, bunu başardıklarında kendilerini başarılı addeder, verili çerçevenin dışına çıkmayı akıllarından bile geçirmezler. İçlerinde bunu daha iyi ya da daha kötü yapanlar olsa da, özde birbirinden pek farkları yoktur. Gelirler ve iz bırakmadan giderler.
İkinci gruptakiler ise ülkelerin tarihinde ancak birkaç defa gelen büyük liderlerdir. Onlar dönüştürücüdür; mevcut paradigma içinde kalmayı reddederler. O tarihi anın kendilerine yüklediği misyonu görür, bu uğurda risk almaktan da, düşman sahibi olmaktan da korkmaz ve bu cesaretlerinin ödülünü ülkenin tarihine imzalarını atarak alırlar.
Erdoğan, dün yaptığı açıklama ile böyle bir lider olduğunu bir kere daha gösterdi bize. 12 yılda 90 yıldır biriken birbirinden köklü sorunlara neşter atan bu adam, içeride-dışarıda büyük bir koronun“diktatör” çığlıkları attıkları bir anda, büyük bir demokrasi hamlesine daha imza attı.
Ben bu çıkışın önümüzdeki bir yıl içinde Ermeni meselesinde atılacak adımların bir başlangıcı olduğunu düşünüyorum. Ve eminim ki, şu anda bir Alevi açılımı da mutfakta pişirilmekte. Yine eminim ki, bu devrimsel dönüşümler, yakın bir zaman sonra, yarım asırlık Kıbrıs sorunumuzun çözümüyle de taçlanacak.
Böylece Türkiye, 2023’e, tarihinin sırtına yüklediği ağır yüklerden birer birer kurtulmuş, hafiflemiş, vicdanı rahatlamış, önü açılmış bir ülke olarak girecek.
Ondan sonra mı? Ondan sonra “durumu idare eden” vasat yöneticilerle de idare edebiliriz bir süre…
Demokrasinin güvencesi: Dindarların demokratlaşması
Peki bu arada “diktatörlük meselesi” ne olacak diye sorarsanız, merak etmeyin derim… Bu ülkede demokrasinin en büyük güvencesi ve diktatörlük tehlikesinin önündeki en büyük engel, geniş muhafazakâr-dindar kitlelerde hızla yükselen demokrasi duyarlılığıdır.
Kimileri, zaman zaman ortaya çıkan otoriterleşme eğilimlerine karşı yegane panzehirin Gezi tipi direnişler, Taksim inatlaşmaları, polisle çatışmalar ya da Anayasa Mahkemesi kararları olduğunu sanabilirler.
Oysa asla inşa edici olamayıp sadece yıkıcı olan bu “sol” muhalefet kendisi demokrasiden o kadar uzak ki, ülkenin demokratikleşmesine bir katkı sunması neredeyse imkansız.
Öte yandan derinden ve sessizce büyüyen, ekonomik olarak güçlenen; kimliğini, tarihini ve kültürünü inkar etmeden global dünyayla bütünleşmeyi hedefleyen o büyük kitle -yani nüfusun yüzde 60’ı- önümüzdeki yıllar boyunca rejime rengini veren ana aktör olmaya devam edecek ve sapmalar karşısında AK Parti’ye ayar vermeyi de bilecektir.
BU yazı Bugün Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.