Enver Alper Güvel – 2001 finans krizi ve ‘Balyoz’un arka planı’

Geçtiğimiz hafta bu sayfada yazdığım ‘Balyoz’un ekonomi bakanı Dani Rodrik mi olacaktı?’ başlıklı yazımı şu satırlarla bitirmiştim; “Kafalarımıza ‘balyoz’un inmesinden sonra ‘ekonomi yönetimi’nin hangi ellere teslim edileceği konusunda da soru işaretlerim var. ‘Balyoz’ planının ‘ekonomik’ ayağı neydi, darbe sonrası ‘ekonomi yönetimi’ kimlere bırakılacaktı, küreselleşen dünyadan ve AB’den uzaklaştırılan bir Türkiye’de ‘sermaye akımları nasıl kontrol altına alınacaktı’ sorusuna bir iktisatçı olarak bir türlü tatmin edici bir cevap bulamıyorum.” Bu yazı üzerine gelen soru ve görüşler üzerine konuyu biraz daha açmam gerektiğini fark ettim.
9 ARALIK 1999’DAKİ STAND-BY

Bu vesile ile öncelikle Türkiye’nin 2000 ve 2001 yıllarında yaşadığı ve yaralarını halâ tam olarak saramadığı ‘finansal krizler’ üzerinde de kısaca durmakta yarar vardır: Türkiye, 9 Aralık 1999’da IMF ile yeni bir stand-by anlaşması imzalayarak ‘küreselleşmeyi, serbest piyasa ekonomisini, serbest sermaye hareketlerini ve serbest dış ticareti’ referans alan, ‘döviz çıpasına’ dayanan, ‘dezenflasyonist’ ve ‘liberal’ nitelikli bir Para Programı’nı uygulamaya koymuştur. Program, Türkiye’nin yerleşik ‘ulusalcı, merkeziyetçi ve planlamacı’ kurumsal yapısı ve daha önceki para programları ile karşılaştırıldığında ekonomi yönetimine yeni bir teknoloji getirmektedir: Şöyle ki; 9 Aralık 1999 öncesinde, iç tasarruf açığı büyük ölçüde kamu harcamaları ile telafi edilmekte; bu amaçla ya borçlanmaya gidilmekte ya da TCMB kaynakları kullanılmakta, ekonomi, sonuçta stagflasyona yol açacak bir ‘enflasyon-devalüasyon’ sarmalı üzerinde yürütülmeye çalışılmaktadır. 9 Aralık Para Programı, bu kısır döngüden kurtulmayı, stagflasyonu önlemeyi ve dezenflasyonist bir süreci işletmeyi amaçlamaktadır. Bu çerevede Talep Enflasyonu’nu önleyebilmek için Kamu Açıkları’nın azaltılmasını, Denk Bütçe’yi hatta Bütçe Fazlaları’nı; Maliyet Enflasyonu’nun azaltılması için de ‘ulusal para (TL)’nın değerinin yüksek tutulmasını amaçlamaktadır.

İşte bu noktada ‘politikacı ve bürokratları ekonomi politiğin öznesi yapan’, ‘ulusalcı, merkeziyetçi, müdahaleci ve kapanmacı’ bir ekonomi politiği, ‘sermaye akımlarının kontrol edilmesini’ ve ‘rekabetçi kur politikasını (ulusal paranın değerinin düşük tutulmasını)’ savunan, kendi ifadesiyle makroiktisat kuramlarına göre değil kendince algıladığı olgulara göre hareket eden, Stiglitz ve Soros gibi IMF karşıtı hatta düşmanı olduğu herkesçe bilinen, insanların aldatılabileceğini öngören Keynesyen iktisadı referans alan Dani Rodrik’in, ‘dezenflasyonist’ ve ‘liberal’ nitelikli 9 Aralık Para Programı sonrasında Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası danışmanlığına getirilmesi, büyük ve açıklanmaya muhtaç bir ‘paradoks’tur. İzin verirseniz ben buna, Dani Rodrik’in kullanmayı çok sevdiği ‘paradoks’ kelimesine ve son yazdığı (hayatımın kitabı dediği) ‘The Globalization Paradox’a atfen ‘Dani Rodrik Paradoksu’ demek istiyorum. Bindiği dalı kesmek, hatta programı sabote etmek anlamına gelen bu meş’um paradoksu açıklamakta da büyük güçlük çekiyorum.

DANİ RODRİK PARADOKSU

Dani Rodrik Paradoksu, ‘döviz kuru istikrarı-serbest sermaye akımları’ bileşimi üzerine bina edilmiş, ‘parasal esnekliği’ neredeyse sıfırlamış, likiditeyi yabancı sermaye girişine ve döviz miktarına bağlamış 9 Aralık 1999 Para Programı açısından ölümcül sonuçlar doğurabilecektir. Zira, ekonomi yöneticileri arasında, IMF karşıtı olduğu herkesimce bilinen Dani Rodrik adını gören yabancı sermayenin ekonomiye gelmekte tereddüt edeceği, hatta gelmeyeceği, bunun da likidite krizlerine yol açacağı açıktır.

Nitekim Dani Rodrik Paradoksu, bana, Türkiye’de, 9 Aralık Para Programı sonrasında beklenen yabancı sermaye girişinin neden gerçekleşmediğini, programın etkinlikle işleyebilmesi ve başarılı olabilmesi için gereken kurumsal reformların neden yapılmadığını ya da yapılamadığını, sistemin göz göre göre krize nasıl sürüklendiğini büyük ölçüde açıklamaktadır. Bana göre Türkiye’deki 2000 ve 2001 krizlerinin temel aktörlerinden biri, ‘sermaye hareketlerine, küreselleşmeye, serbest dış ticarete’ karşı olan, uluslararası rekabete karşı ulusal sermaye-devlet işbirliğini ve ‘kalkınmacı devlet’i savunan, Neo-merkantilist görüşlere sahip olan Dani Rodrik’tir.

KRİZİN SORUMLUSU MU?

Şöyle ki; Dani Rodrik isminin, merkezi politik otoriteyi özneleştiren görüşleriyle, bırakın ulusal ve uluslararası ekonomik aktörlere güven vermeyi, TCMB’nin kendi kendine güvenmesini dahi sağlayabilmesi mümkün değildir. Daha da ötesi, kanaatimce, danışmanlığı döneminde liberal bir ekonomik programın gerektirdiği kurumsal reformları önleyici görüşleriyle, şizofrenik-çift kişilikli bir ekonomik yapılanmaya yol açmak suretiyle finansal piyasalar üzerindeki baskı ve gerilimin armasına, finansal sistemin bütün zayıf noktaları üzerinde aşırı bir likidite talebi baskı oluşmasına, faizde ‘volatitile baskısı’nın artmasına ve programın başarısı için gerekli resmi döviz rezervlerinin hızla erimesine zemin hazırlayarak 2000 ve 2001 krizlerine yol açan temel aktörlerden biri Dani Rodrik olmuştur. Öyle ki 2001’de, neredeyse her şey göz göre göre gerçekleşmiştir.

Her ne kadar ‘ilk 100’ün yanından geçemesem de benim dahi daha programın ilanı anında görerek daha 1999 sonunda Yeni Türkiye Dergisi’nin Kasım-Aralık 1999’da tarihli 30. Sayısı’nda yayınladığım ‘Ekonominin Dayanılmaz Gücü Adına: Makroiktisat Kuramının Politik ve Hukuksal Bir Yorumu (ss. 672-687)’ adlı makalede tespit ettiğim, 9 Aralık Para Programı gibi ‘güven’ odaklı Liberal bir ekonomik programın, politikacıları ve bürokratları özne olarak gören ve ‘güvensizliği’ davet eden Totaliter bir kurumsal yapılanma içinde uygulanamayacağı, bu şizofrenik yapının başarısızlık getireceği gibi açıkları Dani Rodrik gibi dünyada ilk 100 içinde yer alan bir iktisatçının, krizden hemen bir gün önce kendi özel varlıklarını dövize çevirerek bu krizi kendisi için fırsata(!) çevirmeyi başaran dönemin TCMB başkanının, ismi hala açıklanmayan kesimlere TCMB’den milyarlarca ABD. doları satarak birilerini inner-trading’le zenginleştiren ekonomi yöneticilerinin görmemesi mümkün müdür?

İÇERDEN BİLGİ SIZDI MI?

Rodrik’in ifadeleriyle uygulanmakta olan programın ortasında ve program iyi yürürken, sürpriz bir zamanlamayla gerçekleşen (Capital Online-1 Ocak 2001) ve IMF’den gelen 10 Milyar dolarla güç bela atlatılan Kasım 2000 finans krizinden hemen birkaç ay sonra, 21 Şubat 2001’de, 9 Aralık Para Programı’nın çökmesine ve sonrasında siyasi çalkantılara yol açan ikinci finansal krizde, IMF’e düşman olan, serbest dış ticaret ve serbest sermaye hareketleri karşıtı ideolojik faktörlerin rolü yok mudur? Cevabı içinde gizli bu sorulara cevap arayanlar için Rodrik’in, Şubat 2011’de yayımlanacak ‘hayatının kitabı’ ‘The Globalization Paradox’ adlı çalışmasının ana temasını andıran şu sözleri çok şey anlatmaktadır; ‘Gelişmekte olan ülkelerdeki IMF reçeteli liberal ekonomi modellerinin verimli olmadığını gördük. Büyümeyi sağlamak kolay değil. Yapısal reformlar gerekiyor. Ekonomik canlanma olmadan makro ekonomik dengeler yerine oturmaz. Türkiye sadece IMF reçetelerini uygulamak değil, kendi çözümlerini bulmak durumundadır.’ (Akşam Gazetesi, 28.3.2002)

Böylece, Dani Rodrik, bizzat öngördüğü gibi kurumsal reform için gereken ‘1638 Finans Krizi, Büyük Bunalım veya II. Dünya Savaşı benzeri bir büyük altüstlüğü’ gerçekleştirme; düşmanı olduğu IMF destekli programı başarısız kılma ve ‘sermaye birikiminin el değiştirmesini sağlama misyonunu tamamlamış olmanın’ özgüveniyle, ekonomiye güvensizlik enjekte ederek krizin bizzat nedeni olan ulusal politik otoriteye ve bürokratlara, ulusalcı güç odaklarına “artık uluslararası kuruluşlara arkalarını dönmeleri, IMF reçetelerini uygulamamaları, kendi ulusalcı, ‘merkeziyetçi, kapanmacı, planlamacı ve müdahaleci’ çözümlerini bulmaları gerektiği yönünde önerilerde bulunmaktadır.” Böylece, ağır bir finansal krizden yararlanarak, politik ve bürokratik egemenliğin ulusalcı odakların eline geçme sürecini de tetiklemektedir.

PARADOKSUN POLİTİK SONUÇLARI

Dani Rodrik’in savunduğu ‘ulusal sermaye-devlet dayanışması’ndan en çok kimlerin istifade edeceği, yapılan yüksek devalüasyonun en çok hangi sermaye kesimlerinin çıkarlarına hizmet ettiği, her ne kadar Rodrik ‘zamanlama sürpriz’di dese de 2000 ve sonrasında 2001 krizinden hemen önce dönemin TCMB Başkanı gibi varlıklarını dövize çevirerek haksız zenginleşenlerin kimler olduğu, TCMB’nın hemen kriz öncesinde milyarlarca doları kimlere sattığı gibi sorular yanında önemli bir soru da ‘kriz sonrasında yaşanan politik istikrarsızlık sürecinden en çok kimlerin nemalanmaya çalıştığıdır’. Dani Rodrik, ekonomik görüşleriyle 2000 ve 2001 krizlerine yol açmak yanında, ‘ulusalcı ve kapanmacı’ görüşleriyle 28 Şubat’ın tatmin edemediği ulusalcı-merkeziyetçi-müdahaleci kesimlere yıllardır aradıklarını vermiştir. “Dünyanın en önde gelen 100 iktisatçısından biri”nin ekonomik görüşlerini kendilerine son derece yakın gören bazı politik ve bürokratik odakların bundan aldıkları cesaretle ‘kendi ulusal çözüm reçetelerini geliştirebilmek için’ bir takım hesaplar içine girmeleri mümkün hale gelmiştir. Böylece ekonomik sonuçları hiç hesaba katılmaksızın, herhangi bir kaygı duyulmaksızın Türkiye’nin dışa kapatılması, Çin’e, hatta Kuzey Kore’ye ve insanlar eşit doğmaz (Homo Hierarchicus) tipolojisine dayanan bazı ‘küreselleşme düşmanı kapalı toplumlar’ın çıkarlarına yaklaştırılması akademik bir destek de bulmuştur.

Bu çerçevede, artık devrini tamamlamaya yüz tutan 28 Şubat Süreci’nin hemen 2001 krizi sonrasında yeniden canlandırılmasının, DSP-MHP-ANAP koalisyonu döneminde Sayın Bülent Ecevit’in bir sağlık raporuyla tasfiye edilerek iktidar koltuğuna başkalarının oturtulmaya çalışılmasının, Danıştay suikastının, bombalama olaylarının, sonradan açığa çıkarılan darbe heveslilerinin ve son olarak da Balyoz Darbe Planı’nın Dani Rodrik’in Ulusalcı Ekonomi Politiği’nden etkilenen bürokratlar ve politikacılar ile devlet desteğiyle iş yürütmeyi adet edinmiş sermaye çevrelerinin işbirliğine dayanması ihtimali zihnimi bulandırmaktadır. Daha da ötesi, ‘ulusalcı, devletçi, müdahaleci, kapanmacı’ görüşleriyle iki finansal krize, politik istikrarsızlıklara ve güven ortamının tahrip olmasına yol açmış Dani Rodrik gibi birinin bu sıralarda ‘sanayi iktisadı uzmanı’ vasfıyla hâlâ ısıtılıp ısıtılıp önümüze dayatılmasının ne anlama geldiği de açıklanmayı beklemektedir…

YeniŞafak, 06.01.2011

 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et