Emek, değer belirleyen midir, değeri belirlenen midir?

Yıllar öncesinde bir gün üniversitedeki odamın kapısı vuruldu. Bir kız öğrenci çekingen bir tavırla içeri girdi. Benimle konuşmak istediğini söyledi. Buyur ettim. Vizeden aldığı nottan memnun olmadığını belirtti. Gayet iyi bir kâğıt verdiğini ve çok daha yüksek — hatta tam — not alması gerektiğini ifade etti. Sınav kâğıtlarını henüz idareye teslim etmemiştim. Öğrencinin kâğıdını buldum ve gözlerinin önünde tekrar okudum. Verdiğim notta bir hata yoktu. Hattâ hak edilenden biraz daha yüksek not verdiğim söylenebilirdi. Bunu kendisine anlattım. İkna olmadı. Ağlamaya başladı. Bir ara “hocam, diğer arkadaşlarım 5-6 saat çalışırken ben 18 saat çalıştım, hakkım daha fazlasıydı” deyiverdi. Notları öğrencilerin çalışma sürelerine değil kâğıda yazdıklarına göre verdiğimi tane tane anlatarak cevapladım. Öğrenci odamdan memnuniyetsiz çıktı.

İktisadî düşüncede en mühim tartışma konularından biri değerin kaynağıdır. Ekonomik değer nereden kaynaklanır? Bu soru filozofları ve sonra iktisatçıları uzun süre meşgul etti. Verilen cevapların en meşhurlarından biri, ekonomik değerin kaynağının emek olduğuydu. Geçmişi hayli eskilere giden, ama bilhassa — eğer böyle bir şey varsa — Marksist iktisatta kristalize olan bu görüş, muhtemelen hak etmediği ölçüde etkili oldu ve hemen her çevreye yayıldı. Nitekim yukardaki paragrafta özetlediğim vakada öğrencim bir tür emek-değer teorisine sığınmakta; bir başka deyişle, iktisatçı Steven Horwitz’in çok güzel ifade ettiği ve açıkladığı üzere, emek-not teorisi yapmaktaydı.

Ekonomik değerin nereden kaynaklandığı sorusu ile ekonomik değerin nereden kaynaklanması gerektiği sorusunu birbirine karıştırmamak lâzım. İlki bilimsel çalışmaların konusu yapılabilir, ikincisi ise doğrudan doğruya öznel toplumsal tercihlerle alâkalıdır; bilimin değil başka alanların konusu olabilir. İşte bu yüzden, şimdi bulunduğum yerden baktığımda, emek-değer teorisi bana anlamsız, hattâ daha fazlasını söyleyeyim,  namevcut görünüyor. Gelgelelim benim böyle düşünmem herkesin böyle düşündüğünü ve/ya düşünmesi gerektiğini göstermiyor. Nitekim tüm akademik hayatını mevcut olmayan bu konuya harcamış akademisyenler görmüş biriyim. Bu yüzden, özel olarak emek-değer teorisi ve genel olarak ekonomik değer konusu üzerinde titizlikle durmak lâzım.

Emek-değer teorisi uzun süre tabiri caizse ortalığı kasıp kavurdu. Bugün daha ziyade Marx’a atıfla dillendirilen bu yaklaşıma göre, kabaca söylersek, bir malın değerini onu üretmek için harcanan emek belirler. Bu fikir kapitalizmi ve ona atfedilen durum ve özellikleri açıklamakta temel taşıdır. O kadar ki, emek-değer teorisini dikkate almazsak kapitalizmin Marksist bir eleştirisini gerçekleştirmek imkânsızlaşır. Zira sosyalist ideolojide işçilerin sömürülmesi, proletarya üzerindeki burjuva hegemonyası, kapitalizmin evrimi ve türleri, mevcut hâliyle sınıflı toplum vb fikirler ve tezler ancak emek-değer vakası üzerinden açıklanabilir.

Marksistler için emek-değer teorisi ve ona dayanan daha genel toplumsal devrim teorisi çok heyecan ve umut vericiydi, ama emek-değer yaklaşımının açıklayamadığı birçok şey vardı. İşte bu yüzden emek-değer teorisi itirazlarla karşılaştı. Meselâ toprağın ve doğal kaynakların değeri nasıl açıklanacaktı? Az emekle üretilen sanat eserlerinin yüksek değeri neye bağlanacaktı? Emekler arasındaki nitelik farklılıklarının üstesinden nasıl gelinecekti? Birinin 30 saat harcayarak ürettiği bir malı bir başkası 3 saatte üretirse ne olacaktı? Bunlara ve bunlara benzer sorulara cevap verebilmek için emek-değer teorisini geliştirme yolunda gayretler sarf edildi ve teoriye eklemeler yapıldı. Ancak bütün bunlar emek-değer teorisini herkes için ikna edici hâle getirmeye yetmedi. Çabalar yoğunlaştıkça kafa karışıklıkları da arttı.

Fakat problem sadece Marksistlerin problemi değildi. Uzun düşünce tarihine bakınca emek-değer anlayışını sadece sosyalizme atfetmek de bir ölçüde anlamsızdı. John Locke ve Adam Smith gibi liberal düşünürlerde de emek-değer teorisinin izleri vardı. Marx dâhil tüm klasik iktisatçıların emek-değer teorisini tartışılmaz bilimsel gerçek kılma çabaları neticesiz kaldı. Oysa iktisat düşüncesinin gerçekten bir hamle yapabilmesi için değer meselesinde ciddî bir çözüm adımı atılması gerekmekteydi.

Bu adım çok gecikmeden geldi ve iktisadî düşüncede bir tür devrim gerçekleştirdi. Steven Horwitz’in yerinde benzetmesiyle, bu devrim Kopernik’in bilimde yaptığı devrime benzer etkiler sergiledi. İktisat ilminin seyrini kökünden değiştirdi. İnsanlar binlerce yıl boyunca dünyanın evrenin merkezi olduğuna ve güneşin dünyanın etrafında dolaştığına inanmştı. Kopernik’in çalışmalarıyla bu bakış değişti; güneşin dünya etrafında değil, dünyanın güneş etrafında döndüğü anlaşıldı.

Aslında değerin emekten kaynaklandığı görüşünde akla ve mantığa sathî bir uygunluk vardı. Netice itibarıyla insanlar binlerce yıl boyunca ana kaynak olarak emeklerini kullanmış, emeklerine dayanmışlardı. Ancak hayat bir zamanlar akla yakın ve mantıklı görünen birçok fikrin bilim karşısında çöktüğünü de göstermekteydi. Bu sefer de aynısı oldu. 1870’lerden itibaren iktisat ilminde fen bilimlerindeki Kopernik devrimine benzer bir devrim vuku buldu. Devrimin adı sübjektif değer teorisi, devrimi yapan ise büyük iktisatçı Carl Menger’di. Daha genel olarak, Menger’in bilhassa İktisadın İlkeleri (1871) isimli kitabıyla başını çektiği — ülkemizde maalesef hâlâ çok az tanınan ve standart iktisat eğitimi müfredatına henüz girememiş veya yeterince nüfuz edememiş olan — Avusturya İktisat Okulu’ydu.

Avusturya İktisat Okulu mensuplarına — sübjektivistlere — göre değer objektif değil sübjektiftir. Bir malın değeri, emek de dâhil olmak üzere, onun üretimine katkı sağlayan fiziksel girdilerle belirlenemez. Her mal insan için bir araçtır. İnsanlar malları amaçlarına ulaşmak için kullanırlar. Bir malın bir insan için değeri o malın o insanın amaçlarına ulaşmada oynayacağı role bağlıdır. Bu durumda malların değeri onların insanların amaçlarına ulaşmada oynayacağı rolün bir fonksiyonudur. Bu, toprak için olduğu kadar sanat eseri için de geçerlidir. Toprak insana yerleşim alanı, gıda üretme imkânı vs sağladığı için, sanat eserleriyse insanlar onları güzel, etkileyici, çekici, sahip olmaya değer bulduğu için değerlidir. İktisadî değeri anlamak için yapılması gereken şey, malların veya hizmetlerin — ister emekle ister başka şeye atıfla belirlensin — objektif değeri değil, insanların onlara atfettikleri sübjektif kıymettir.

Şimdi yazının başlığındaki sorunun cevabına gelebiliriz. Malların değeri, onların üretiminde yer alan emek gibi girdilerin değeriyle belirlen(e)mez. Tam tersi daha doğrudur. Emeğin ve benzeri girdilerin değeri, üretilmesine katkı sağladıkları malların (çıktıların) değeri tarafından belirlenir. Malların değeri ise onlara sahip olmak, onları kullanmak isteyen kimselerin (tüketiciler, müşteriler, alıcılar vb) onlara kendi amaçlarına ulaşma açısından atfettikleri kıymete, yere, fonksiyona bağlıdır. Kısacası emek, değer belirleyen olmaktan ziyade değeri belirlenendir.

9 Haziran 2017, Serbestiyet.com

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et