Döviz kurlarındaki hızlı yükselişle birlikte ekonomide yapısal reform yapma önerileri kısık ama kararlı bir sesle yeniden dile getirilmeye başlandı. Peki, nedir bu yapısal reformlar ve bu reformların yapısal olmayanlarla arasındaki fark nereden kaynaklanmaktadır? Bu sorulara verilen kısa dönemli cevaplar, ödemeler dengesinin düzeltilmesi ve tasarruf oranlarının yükseltilmesine odaklanmaktadır. Uzun dönemli reformlar ise Türkiye’deki eğitim sisteminden sözü başlatıp, yüksek katma değer üretecek yeni yatırım sahalarının oluşturulmasına kadar uzanmaktadır. Kanaatimce yapısal reform çağrısı altında ciddi bir kafa karışıklığı vardır.
Meseleyi bu konudaki en istikrarlı önerilerde bulunan Mahfi Eğilmez’in bir yazısını kısaca eleştirerek inceleyeceğim.[1] Bu sayede piyasa ekonomisi ile zenginlik yaratan ekonomik süreçler üzerine kısa bir değerlendirme yapma fırsatı bulacağım. Bu açıklamayı yazılarını severek takip ettiğim Mahfi Eğilmez’i eleştirmek için yapmıyorum. Eğilmez şüphesiz Türkiye’de yetişmiş değerli bir iktisatçıdır. Ayrıca televizyon programından uzaklaştırılma biçimini onaylamam da mümkün değil. Amacım milyonlarca kişiye hitap eden değerli bir iktisatçının fikirleri vasıtasıyla yapısal reform meselesine bireyci bir perspektif sunmaktır. Maalesef metodolojik bireycilik en fazla görmeyi beklediğimiz alan olan iktisatta kaybolmuş durumdadır.
Eğilmez’e göre yapısal reform “… bir sistemin daha verimli çalışabilmesi ve şoklara karşı daha dayanıklı hale getirilebilmesi için o sistemin yeniden yapılandırılması olarak tanımlanabilir.” Dolayısıyla Eğilmez’e göre, problem bir sistem problemidir. Sistemler belirli bir amaca yönelik olarak insanlar tarafından tasarlanmış kapalı modellerdir. Bu durumda sistemde ortaya çıkan sorunu gidermek için sistemi amacına tekrar hizmet ettirecek sert değişiklikleri gerçekleştirmek yapısal reform olacaktır. Eğilmez yapısal reformu diğer reform çeşitlerinden ayırmak için sosyal sigorta sistemi hakkında varsayımsal bir örnek vererek açıklamalarına başlar. Verdiği örneğe göre iflas eden sosyal sigortalar sistemini borçlanarak kurtarmak geçici bir çözümdür. Sistemdeki problemi çözmez ama problemin ötelenmesini sağlar. Bu yüzden yapısal bir çözüm değildir. Eğilmez’e göre sosyal sigortalar sisteminde yapısal çözüm, emeklilik primlerini artırmak, maaş ve sigorta ödemelerini düşürmek ve emeklilik yaşını yükseltmektir.
Ben de varsayımsal sosyal sigortalar reformunu eleştireceğim. Şüphesiz ikinci sırada sayılan öneriler borçlanmaktan daha sağlam bir tutum olacaktır. Ancak bu yapısal reform iddiasında maliyet tamamen zorunlu olarak sigorta sistemine dahil edilmiş, sorumlu bir şekilde primlerini ödemiş ancak sosyal sigorta sisteminde hiçbir söz hakkı olmayan sıradan vatandaşlara yüklenmektedir. Yani primlerini günü gününe ödeyen vatandaşlar, birdenbire devletle yaptıkları anlaşmanın geçersiz olduğunu ve kendi yönetimlerinde olmayan sigorta sistemini kurtarma maliyetlerini yine kendilerinin yüklenmek zorunda kaldıklarını göreceklerdir.
Primlerini ve vergilerini veren sıradan vatandaşlara kendi sorumluluklarında olmayan ekonomi ve sosyal politikaların başarısızlıklarının maliyetini zorla yüklenmelerini sağlamak ne türden bir yapısal reformdur? Burada belli ki sosyal sigortalar sistemini iflasa sürüklemiş olan hükümetlerin ve politikacıların hiçbir maliyet yüklenmeden sigorta sisteminde yapısal reform yaptıkları iddia edilmektedir. Bu durumda kriz sonrası gelecek hükümetlerin kısa bir zaman sonra tekrar popülist politikalarla sosyal sigortalar sistemini benzer bir krize sürüklemeyeceğinin hiçbir garantisi yoktur. Ancak bu önlemlerin yapısal olmadığı herhalde şimdi açıktır. Ayrıca sigorta primlerini aksatan hatta kayıt dışı çalışarak sigorta primine destek vermediği halde devletin sağladığı sağlık hizmetlerinden yararlananların, sigorta primlerini zamanında ödeyen vatandaşların üzerinde fazladan yük olmalarına da göz yumulur.
Eğilmez sosyal sigorta sisteminin yapısal reformu konusunda yanılmaktadır. Çünkü sosyal sigortaları kimin iflas konumuna getirdiği gerçeğini görmezden gelerek, basitçe ortaya çıkan maliyeti hiçbir inisiyatifi olmayan sıradan vatandaşlara yüklemektedir. Oysaki önemli olan siyasal karar alma süreçlerinde neredeyse hiç etkileri olmayan vatandaşların değil ama siyasetçilerin ve kayıt dışı ekonomide kalarak prim yükümlülüğünü yerine getirmeyenlerin davranışlarının değiştirilmesidir. Aksi halde alınacak her önlem kısa vadelidir ve günü kurtarmak adına yapılır. Yani Eğilmez’in önerileri sadece daha uzun bir vadeyi hedef alan geçici önlemlerden ibarettir.
Peki, sosyal sigortalar sisteminde sahici bir yapısal reform nasıl yapılır? Sosyal sigortalarda yapısal reformun amacı sigorta sistemini her defasında iflasa sürükleyen politikacıların karar verme yetkilerini sınırlandırmak ve kayıt dışı çalışanların sayısını azaltmak olmalıdır. Peki, bu nasıl başarılır? Sosyal sigorta hakkında karar verme yetkisi ve bu sigortanın maliyetini yüklenme ödevi doğrudan bireylere aktarılarak bu sorun çözülebilir. Sosyal sigorta sistemine katılımın zorunlu olduğu bir ülkede vatandaşlara, hükümetin belirlediği belirli sosyal amaçları da göz ardı etmeden, özel sigortalar arasında seçim yapma özgürlüğü tanımak sosyal sigorta sisteminde önemli bir reform olacaktır. Yani devlet piyasa benzeri bir sosyal sigorta sistemi geliştirerek sigorta primi ödeyenlerle sigorta hizmeti sağlayanlar arasında doğrudan bir bağlantı kurabilir. Böylece politikacıların sosyal sigortalar sistemini seçim kazanmak adına manipüle etmesi asgari düzeye çekilebilir. Şüphesiz bu sistemde sigorta primi ödeyemeyecek olanlara yönelik şarta bağlı istisnaî hususlar geçerli olacaktır. Ancak temelde amaç primlerle riskler arasında daha sağlıklı ilişki kurmak, göz göre göre kayıt dışı çalışanların prim ödeyen sigortalılar üzerinden geçinmelerini engellemek ve politikacıların sigorta sistemine keyfî müdahalelerini azaltmaktır.
Yukarıdaki açıklamaları kavrayabilmek için vatandaşların ve politikacıların bireyler olarak kendilerine verili olan sınırlar içinde kendi kişisel çıkarlarını azamileştirmeye çalıştıklarının farkına varmak lazım. Tabiî ki politikacı yeniden seçilmek için elindeki her türlü popülist ekonomik imkânı kullanacaktır. Ayrıca vatandaşlar kısıtlı kazancını kısa vadede artıracağını düşünecekleri ve emek harcamadıkları her türlü geliri devletten talep edeceklerdir. Sonuçta devletçi sistemde maliyet genel halkın üzerine dağıtılırken, faydalar / ekonomik gelirler belirli kişilere ve gruplara dağıtılacaktır. Dolayısıyla devletçi / kollektivist sistemlerde herkes bir diğerinin pahasına kendi çıkarını azamileştirmeye çalışır ve kollektif bir başarısızlık adım adım örülür. Şüphesiz devletçi sistemlerde en zayıf halka olan vatandaşlar üç kuruş kazanacakları umuduyla destekledikleri popülist politikaların altında kalırlar.
Eğilmez’e göre Türkiye mevcut ekonomik tıkanıklığı aşmak için siyasal, sosyal ve ekonomik olmak üzere üç alanda reform yapmalıdır. Siyasal ve sosyal reform teklifleri neredeyse hepimizin hemen kabul edeceği önerilerdir: Anayasal devletin kurumsallaşması, adalet sisteminin tarafsız ve bağımsız olması ve eğitimin kalitesinin artırılması gibi.
Eğilmez’in ekonomik reform önerileri üzerine ise biraz düşünmekte yarar vardır. İlk öneri “büyümenin ithalâta bağımlı yapıdan kurtarılması ve cari açığın düşürülmesi”dir. Buradaki temel öneri kısmî ve geçici ithal ikameci politikalardır. Eğilmez, bu politikayı aşağıdaki gibi açıklamaktadır:
“Bu eksikleri düzeltmek için ithal mallarından içeride de üretilmesi mümkün olanları teşvik ederek dışarıya ödenecek dövizi azaltmak yoluna gidilmesi gerekir. O nedenle ben bu alanda ‘kısmî ve geçici ithal ikamesi’ yaklaşımını ortaya atmıştım. Bu yaklaşımı ithal mallarından burada da aynı fiyata üretilebilecek olanları geçici süreyle teşvik ederek maliyetini düşürmek şeklinde özetleyebilirim. Bunu yapabilmek için öncelikle sanayi ürünlerinin envanterini çıkararak maliyet, vergi, satış fiyatını sıralamak, sonra bunları dünya fiyatlarıyla kıyaslamak ve hangilerinde teşvik yapılacağını belirlemek gerekir. Bu yolla cari açığı düşürmek mümkün olabilir. Buradaki kritik nokta fiyat olarak rekabet edemeyeceğimiz ürünleri burada üretmeye kalkışarak kaynak tahsisinin bozulmasına yol açmamaktır.”
Yukarıda yaptığım metodolojik bireycilik açıklamaları bu planın nasıl fena halde kötü sonuçlanabileceğini açık etmektedir. Burada devlete yani kendi çıkarlarını azamileştirmeye çalışan bir grup politikacıya ve onları destekleyen iş adamlarına hangi malın yurt içinde desteklenmesi gerektiğine yönelik bir yetki vermemiz öneriliyor. Üstelik Eğilmez’e göre, bir şekilde, yurt içinde rekabetçi olmayan ürünlere teşvik vermeyi başarabilmemiz gerekiyor. Açık ki Eğilmez’in yapısal reform olarak sunduğu politika Türkiye’nin ekonomik sisteminde ne kadar etkinsizlik varsa bunları güçlendirmeyi istemeden destekliyor. Politikacılara ve onları destekleyen çıkar gruplarına kamusal gelirleri özel çıkar gruplarına aktarma yetkisi tanıyan herhangi bir ekonomik girişimin Eğilmez’in istediği şekilde sonuçlanma şansı neredeyse sıfırdır.
Çıkar grubu faaliyetlerini ve politikacıların yozlaşma potansiyellerini hafife alan Eğilmez’in fiyat mekanizmasına da yeterince önem vermediği anlaşılmaktadır. Rekabetçi fiyatlar şüphesiz rekabetçi piyasalarda ortaya çıkar. Teşvik sistemi ve ithalat kotaları/yasakları ile oluşturulacak olan geçici ithal ikameci ekonomimiz acaba nasıl rekabetçi fiyatlara göre üretim yapacaktır? Hali hazırda ithal bir malın ikamesini Türkiye’de üretmek rekabetçilik açısından kârlı bir girişimse neden iş adamlarımız bu malları Türkiye’de üreterek mevcut kâr imkânlarını değerlendirmemektedir ya da şu ana kadar değerlendirmemiştir? Bu sorunun cevabı basittir. Çünkü kredi ve faiz piyasalarına politik gerekçelerle hem malî hem de finansal araçlara keyfî bir şekilde müdahale eden devlet, piyasada neyin kârlı, neyin kârsız olacağına doğrudan müdahil olmuştur. Devletin bu gücünü, belirli sektörlerde kolay para kazanmak için kullanan çıkar grupları, devletle iyi ilişkiler kurmuşlardır. Örneğin şu hep sözü edilen katma değeri yüksek mallar üretmek yerine inşaat yapmayı tercih etmişlerdir.
Şüphesiz katma değeri yüksek malın ne olduğunu ancak rekabetçi piyasalarda ortaya çıkan fiyat mekanizması belirler. Bunun dışında ne Eğilmez ne diğer bütün ekonomistler ne de devlet hangi üretimin katma değerinin diğerlerine göre daha yüksek olacağını önceden bilebilirler. Ancak kredi ve ticaret sistemine müdahale eden devlet, istediği malların üretilmesini diğer ürünlere göre daha cazip hale getirebilir. Bu durum zaten hâlihazırda içine düştüğümüz ekonomik krizin temel sebebidir. Şimdi Eğilmez bize diyor ki, hâlihazırda bizi ekonomik krize sürükleyen ekonomik malların üretimini yine, bizi krize sürükleyen ekonomi politikalarının bir benzerini izleyerek desteklemeliyiz. Yani Eğilmez, yapısal reform önerisi altında mevcut sorunların daha da sağlamlaştırılmasını ve maliyetin de sıradan vatandaşlar tarafından karşılanmasını istemektedir. Bunun karşısında Eğilmez herhangi bir şekilde fiyat mekanizmasının işlevsel kılınmasına yönelik bir öneride bulunmamaktadır.
İkinci olarak, Eğilmez dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payının düşürülmesini önermektedir. Kesinlikle doğru bir öneri olmakla birlikte mevcut devletçi sistemde bu önerinin hayata geçirilmesi imkânsızdır. Devletin manipüle ettiği kredi sisteminde ve fiyat mekanizmasında yüksek kâr elde etmek mümkündür ya da mümkündü. Dolayısıyla devlet destekli sektörler ve şirketler şüphesiz kayıtlı ekonomide iş yaparak yüksek gelirler elde etmeyi başarmaktaydılar. Bunun dışındaki alanlarda ise yüksek düzeyde kayıt dışılık vardır. Çünkü devletin manipüle ettiği kredi ve fiyat mekanizması içinde devletin desteği olmaksızın kayıtlı iş yaparak kârlı bir işletme kurmanız çok güçtür. Bu yüzden ekonomide yüksek düzeyde kayıt dışılık vardır. Kayıt dışılığın yüksek olması üretimin doğrudan vergilendirilememesine sebebiyet vermektedir. Üretimin önemli bir kısmının vergilendirilememesi devleti tüketim vergileri üzerinden dolaylı vergiler toplamaya itmektedir. Eğilmez’in de doğru bir şekilde tespit ettiği üzere dolaylı vergilerin toplandığı tüketim malları temelde ithal mallarla üretilmektedir. Böylece ithalat dolaylı vergileri, dolaylı vergiler devlet bütçesini artırmaktadır. Uluslararası sıcak ve kolay paranın bol olduğu dönemde bütün üreticiler hallerinden memnundur. Büyük yatırımcı devleti destekler, küçük yatırımcı kendisine dokunmayan devletin koyduğu yüksek dolaylı vergilerden şikâyetçi olmaz. Ancak sıcak paranın bittiği dönem gelip çattığında, fiyat mekanizmasını sekteye uğratarak sermayenin verimsiz alanlara yönlendirilmesinin cezasını çekmeye başlarız. Aynen şimdi yaşadığımız gibi.
Peki, o zaman ekonomide yapısal reform denildiğinde ne beklemeliyiz? Öncelikle ekonominin tamamen kontrol edilebilir ve yönlendirilebilir bir sistem olmadığını anlamakla işe başlanmalıdır. Ekonomi belirli kurallara göre işleyen sosyal bir düzendir. Sosyal düzenlerin belirli bir amacı yoktur. Her sosyal düzen bireylerin ve grupların kendi amaçlarını gerçekleşmesini sağlayan kurallar bütünüdür. Siyasal karar alıcılar ve onları destekleyen çıkar grupları ekonomik düzeni kendi amaçları için belirli bir ölçüde ve belirli bir süre boyunca yönlendirebilirler. Bu yönlendirme belirli ekonomik politikalar bağlamında rekabetçi piyasalarda ortaya çıkamayacak olan ekonomik gelirleri başkalarının maliyetine olacak şekilde belirli kişi ve gruplara aktarmaktadır. Maalesef Türkiye ekonomisi büyük ölçüde bu tür ekonomik yönlendirmelerin ekonomik kaynakların ve gelirlerin belirli kişi ve grupların elinden alır, siyasal karar vericilerin uygun gördüğü belirli kişi ve gruplara aktarır.
Demek ki, eğer ekonomide yapısal reformda samimiysek, devletin ekonomideki yozlaştırıcı etkisinin farkına varmamız gerekmektedir. Ancak devletin yozlaştırıcı etkisini basitçe devlet görevlilerinin yolsuzluk yaptığı iddiasına indirgemek büyük bir hata olur. Ekonomik problemi, doğru yöneticileri doğru amaçlar için seçmek probleminden ibaret sananlar ölümcül bir hata içindedirler. Örneğin “devlette bunca yolsuzluk olmasa, devletin kaynakları halka dağıtılsa ve hatta bu kaynaklarla sıra sıra fabrikalar açılsa, hiçbir ekonomik problemimiz kalmaz” mealinde konuşanlara çok rastlıyorum. Bu fikirleri öne sürenlere iki cevabım var. Öncelikle devletin ekonomiye müdahalesi arttıkça yolsuzluk artar. Sadece yolsuzlukların formu değişebilir. İnanmayanlar yolsuzluk algısı endeksi ile ekonomik özgürlük endeksini yan yana koyup inceleyebilir. İkinci olarak “sıra sıra fabrikalar” yaparak ekonomik büyüme sağlayacağını düşünenler temel ekonomik problem hakkında ciddi bir bilgi eksikliğinden mustariptirler. Kıt kaynakların çeşitlenen ihtiyaçlarımız arasında nasıl dağıtılacağını ancak fiyat mekanizmasının işlemesi sayesinde bilebiliriz. Fiyatların gösterdiği yolda üretim yapıp sermayesini riske atacak olanlar ise girişimcilerdir, devlet değil. Yine inanmayanlar için tarih pek çok sosyalist ekonomik felaketle doludur. Ancak son olarak Venezüella’da gördüğümüz ekonomik çöküş hepimiz için ibretliktir. Etkin olmayan üretim zenginlik yaratmaz. Etkin üretim ise ancak fiyat mekanizmasının gösterdiği sinyaller vasıtasıyla rekabetçi piyasalarda gerçekleşebilir.
Yukarıda açıkladığım ekonomik rant sisteminde devlet görevlileri hiçbir usûlsüzlük ya da yolsuzluk yapmadan da piyasadaki fiyat sistemini bozarak kaynakların verimsiz alanlara yönlendirilmesini sağlayabilir. Burada önemli olan birey ve grupların kendi kaynakları ile kendi ekonomik planlarını piyasada eşit kurallara dayalı olarak uygulayabilmelerinin sağlanmasıdır. Böylece fiyat mekanizması bize neyin, nerede, ne kadar, hangi yöntemle ve ne zaman üretilmesi gerektiğinin sinyalini verebilir. Şüphesiz devlet, piyasanın üretemeyeceği bazı kamusal malları piyasada ya da piyasa dışında üretmelidir ve bu üretimin piyasadaki fiyatlara bir etkisi olacaktır. Ancak bu düzeyin piyasa üretiminin genel seyrini bozmayacak şekilde gerçekleşmesi gerekmektedir.
Bu yüzden, kamusal kaynakların ve siyasal kararların serbest piyasa ekonomisinin kurumlarını deforme etmesini önleyecek ve bireylerin ve grupların kendi amaçları ve kendi kaynakları ile üretim ve tüketim yapmasına izin verecek reformları yapmak gerekmektedir. Bu reformlar, devletin kamusal kaynakları ve hazineyi özel yatırımları yönlendirecek ya da kurtaracak şekilde kullanılmasının ciddi düzeyde azaltılmasıyla başlar. Üretim ve tüketim, serbest piyasa rekabetine bırakıldığında fiyatlar üreticiler ve tüketiciler üzerinde doğal ve otomatik bir sınırlayıcı olarak işlev görerek üretim, tüketim ve tasarruf ilişkilerinin serbest piyasa şartlarında yeniden yapılanır. Şüphesiz eğitim reformu ya da anayasal reform işin bir parçasıdır. Ancak sağlam bir piyasa ekonomisinin bulunmadığı hiçbir ülkede sözü edilen reformlar gerçekleştirilemez. Fiyat mekanizmasının sağlıklı işlemesini sağlayacak reformlar temel olmalıdır.
[1] Mahfi Eğilmez, “Güncellenmiş Yapısal Reformlar Rehberi”, Kendime Yazılar, 19 Ekim 2015, http://www.mahfiegilmez.com/2015/10/guncellenmis-yapsal-reformlar-rehberi.html. Erişim tarihi: 27.08.2018
7 Aralık 2018