Ekin Gün- Bizim Liberaller… (3)

Ömrü bol olsun Jason Brennan’ın “Liberal Olmayan Liberaller: Yüksek Liberalizm Neden Liberal Bir Görüş Değildir?” adlı makalesinde yapmış olduğu Yüksek Liberalizm eleştirisi okunmaya değer. Bu makale, John Rawls ve Samuel Freeman’ın demokratik eşitliği politik hak olarak gören tezlerini altı maddeyle çürüterek liberalizmin tarihsel gelişimine önemli bir katkı yapmıştır.

Brennan, Yüksek Liberaller yakıştırmasında bulunduğu Rawls, Dworkin ve Nagel’in savunduğu fikirleri, vatandaşın günlük sorunlarında hazır ve nazır olan büyük bir devlet düşüncesini sağlam tezlerle çürütmekten geri kalmıyor.

Brennan’ın özetle anlattığı; Yüksek Liberalizm’in komünizmin, faşizmin yanında liberal sayılabileceğini ama klasik liberalizmin tarihsel köklerinde ve öz düşüncesinde liberalizm sayılamayacağını ifade ediyor. Bunu altı ilkeyle açıklayan Brennan, Mussolini ve Hitler’in beğendiği kavramlardan en az birinin bile liberalizmin içerisinde yer alması durumunda bu liberalizmin haybeden bir liberalizm olacağını da ileri sürüyor.

Liberalizm hem dünyada hem de Türkiye’de Rawls ve Freeman gibi liberal düşüncelerle hiç ilgisi olmamasına rağmen kendini liberal olarak tanımlayan kişiler nedeniyle yanlış bir şekilde algılanmakta ve anlaşılmaktadır.

Peki Rawls neyi savunuyor? Rawls, hakkaniyet olarak adalet şeklinde isimlendirdiği fikriyatında bireylerin doğal yeteneklerinin ve farklılıklarının dezavantajlılara daha fazla avantaj dağıtacak şekilde dağıtımını savunur. Yetenekler ve farklılıklar sanki sosyal varlıklarmış gibi kabul edilir ve toplumsal sözleşmenin ilkelerine göre paylaştırılacak haklar olarak muamele görür. Üstelik paylaşımın kamu otoritesine ait bir görev olduğunu da ileri sürerek. Burada akla gelen ilk soru da bugüne kadar dünya üzerinde hangi devletin tarafsız bir şekilde sosyal hakları ve dolayısıyla ekonomik geliri eşit bir şekilde dağıttığıdır?

Eğer bir politik düşünce klasik liberal ilkeleri içinde barındırmıyorsa totaliteryendir. Totaliterlik de devlet yoluyla ve devlet yaptırımlarıyla güçlenir, gelişir. Brennan’dan hareketle söylemek gerekirse Rawls’un savunduğu sosyal hakları devletin eşit olarak dağıtacağını iddia etmesi mümkün olmadığı gibi bu imkanı elinde bulunduran devlet zaman içinde totaliteryenizmini de gittikçe arttırır.

Meselenin teorik yönü bu şekilde uzar gider. O nedenle fazla teoriye boğulmanın anlamı yok. Mesele çok açık. Her liberalim diyeni ya da her liberal deneni liberal zannetmeyeceksin bu devirde.

Son zamanlarda Türkiye’de yaşanan son olaylar ve hedeflenen nihai niyete baktığınızda geçmişten bugüne kadar gelen kendilerini liberal olarak tanımlayan Büyük Türk Liberallerinin nefesleri onların sosyo kültürel kimliklerinin demokratlıklarından üstün gelmesine yetti. Gelmiş oldukları laik camianın içerisine keskin bir dönüş yaptılar. Belki de o camiadan bir daha kurtulmamak üzere.

Türkiye’nin demokratik gelişimini Türk Entelektüllerinin Kısa Tarihi adlı metrajıyla Türkiye’nin AB macerasıyla örtüştürerek yazanlar Mısır’daki darbeyi ama’lı bir şekilde yorumlamaktan da geri kalmadılar. Darbenin ama’sını icat edenlerin Türkiye’deki siyasi pozisyonlarını kendilerinin çok önemli olduklarına dair egolarını VIP koltuklarından seyredebilirsiniz.

“Barış diye diye demokrasiyi katlettiniz” sloganı türetenler bugün barışın tam da demokrasi için geldiğini göremeyecek kadar da gözlerindeki birinci perdeyi kapatmış durumdalar. Film arasında Büyük Liberal Şef’in doğum gününde Ertuğrul Özkök’le pasta kesme şerefine nail olanların ikinci perde de Çözüm Süreci’ni hedef almaları işten bile olmasa gerek.

Peki Erdoğan kendilerini liberal olarak tanıtan bu cenahı bu kadar kızdıracak ne yaptı? Her bir kötü durumda klavyenin başına büyük bir heyecanla geçenler Türkiye’de yaklaşık olarak bir senedir yaşanmayan ölümlerini yazamaz hale geldiler. Yapmış oldukları eşsiz analizlerin de artık halk nezdinde bir etkisi yok. Kendilerini dev aynasında gören bu Yüksek Liberaller için de yolun sonu artık. Berlin Duvarı onlar için de yıkılıyor. Belki de bizim Yüksek Liberaller tanımlamamız bir masumiyet karinesi olarak bile okunabilir.

Birey özgürlüğünü savunan bir ideoloji olan liberalizm tam da barışın başladığı yerde start alıyor aslında. Barış tam da birey özgürlüğü için geliyor. Ondan dolayı günlerdir ortalıkta dolaşan Çözüm Süreci’ni sekteye uğratma faaliyetleri onlar için bu kadar önemli. Yolsuzluk kamuflajı altında başarmak istediklerini başaramayacaklarını anlayanlar, hiç değilse Türkiye toplumunun en hassas olduğu konuda bile kendilerine destekçi bulamayanlar Çözüm Süreci’nin başına bir şey gelmesi konusunda bu kadar hevesliler.

Beyler sakin olun. Bu toprakların senelerdir beklediği barış iklimini yaklaşık olarak bir senedir solurken bu iklimi bozmanız bu kadar kolay olmayacak. Devrimci liberalliğinizden yüksek liberalliğe geçişiniz sizi bürokratik oligarşi ve sivil vesayet yanında pozisyon almaya itse de bu ülkenin barışını büyük riskler alarak sağlayan bir siyasal iktidarı da bu otonom yapınızla birlikte kafa kafaya vererek devirmeniz mümkün değil. Her şeyden önce göz boyama adına bireysel özgürlükler dediğiniz ve bireysel özgürlükler yolunda epey bir yol katetmiş olan bu halk size izin vermez.

Liberalizmi devrimci sloganlarla savunmayı keşfetmiş olsanız dahi Büyük Şef’inizin yazmış olduğu son kitabındaki Delila için geliyor aslında barış. Çözüm Süreci üzerinden yapmış olduğunuz bir dizi hesaplamalar bu siyasal iktidarın çöküşü ve ardından savaşın tekrar başlamasıyla kazanacağınız yeni roller Eski Türkiye’de kaldı artık. Tekrardan denemek adına temyiz hakkı için Halk TV’ye başvurabilirsiniz.

“Hizmet kalitesi açısından görüşmelerimiz kayıt altındadır” türünden new bestseller’lara da gerek yok. Stockholm Sendromu Pensilvanya’ya ulaşmış durumda. Sizin ise ışınlanmanız an meselesi. Kemerlerinizi bağlayın, bu etaptan sonra yollarımız ayrılıyor artık.

Şöyle bir baktığımda Yüksek Liberal Rawls’a haksızlık etmişsem affola. Bu tabloya bakıp da yaşasaydı Rawls muhtemelen “ben ne yaptım!” derdi. Neyse ki böylesine bir tabloyu göremeden aramızdan ayrıldı.“İnsan bazen hayret ediyor” diyerek düşünüyor da Rawls’un bile kemiklerini sızlatanlara aşk olsun.

Not: Doç. Dr. Hasan Yücel Başdemir’in çevirdiği Jason Brennan’ın makalesinin tamamını Prof. Dr. Atilla Yayla’nın “Hangi Liberalizm?” adlı kitabından okuyabilirsiniz.

sivildusunce.com

Bu Yazıyı Paylaşın

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et