İngiltere’de bir okul müdiresinin evrim teorisi aleyhine ve yaradılış teorisi lehine görüş içeren bir tweeti nedeniyle bir tartışma yaşandı. Bir meslektaşına cevaben attığı tweet şöyle: “Evrim kanıtlanmış bir şey değil. Bu yüzden evrim teorisi deniliyor! İncil’in gerçek olduğunu gösteren kanıtlar daha çok.”
Ağır eleştiriler ve görevden alınma çağrıları üzerine müdire, savunma olarak, şahsî hesabından kendi görüşlerini açıkladığını söylemiş. Ancak bu hamle tepkileri dindirmeye yetmemiş, tweetini silmiş, hesabını kapatmış. O da yetmemiş “Okulumuzda ulusal müfredata tamamen uygun eğitim yaptığımızı ve öğrencilerimizin tamamen dengeli bir eğitim aldığını ifade etmek isterim” diye açıklama yapmış. Üstelik bu müdire bir Katolik okulunda görev yapıyor.
Tepkiler bir eğitimcinin “bilimsel bir gerçeği” tartışma konusu yapması ve yerine “dinî bir açıklamayı” desteklemesi karşısında yaşanan mini bir infiali yansıtıyor.
Modern bilim başlangıçta karşısına dikilen dinî bağnazlıkla mücadele ederek kendine bir alan açabildi. Bu süreçte bilimsel düşünmenin ilkesi olarak şüphe, sorgulama ve eleştiri referans gösterildi. Sonrasında ise, yerinden edilen dinî paradigmanın yerine kurulan seküler paradigma içinden, akıl adında bir tanrı ve bilim adında bir din üretildi. Belli bir ontoloji ve epistemoloji tercihinin belli bir metot ile işletilmesi yolu bilginin tek kaynağı sayıldı. Bu yolla elde edilen hipotezlere, önermelere, teorilere ve “yasalara” bilim dininin ayetleri muamelesi yapıldı. En ufak bir şüphe, eleştiri, sorgulama ve karşı argüman hızlıca ve tavizsiz aforoz edildi. Yerleşik bilimsel kabulleri yanlışlayan araştırma ve bulgu sahibi bilim insanları linçe tabi tutuldu. Adeta Ortaçağ’ın Katolik dinî bağnazlığı simetrik olarak seküler temelde bilimcilik dinî olarak yeniden üretildi.
Bilimcilik bağnazlığı post-modernizm tarafından epey sarsılıp zorlanmış olsa da bilhassa okullar, üniversiteler gibi bilginin üretilip öğretildiği kurumlardaki hegemonyası devam ediyor. Pek çok bakımdan bu yapılar, mutlak hakikatlerin tek elden kurulduğu-yayıldığı ulus devletlerin modern manastırları işlevi görüyor. Ancak artık günümüzün bilgi, insan ve toplum perspektiflerine cevap verebilmenin çok uzağına düşmüş durumdalar. Eğitim-öğretim alanının yeni baştan düşünülmeye acil ihtiyacı var.
Vakaya dönecek olursak, İngiltere’de 18 ay önce okullarda yaradılış teorisinin öğretilmesi yasaklanmış ve “oluşmuş bilimsel ve/veya tarihî kanıtlar ve açıklamalara ters düşen” teoriler öğreten okullar mali yardımı kesmek ile tehdit edilmiş.
Günümüzün en kapsamlı iki rakip “ideolojileri” olan dinî ve seküler paradigmalar arasındaki bilinen en yaygın, en temel ve en keskin çekişme konusu yeryüzünde insanın kökeni meselesidir. Eğitim-öğretim her halükarda ideolojik bir niteliğe sahiptir. Üstelik bu konu, matematik dersinde öğretilen geometrik formüller veya fen dersinde anlatılan yerkürenin dönüşü türünden bir konu da değildir. Bir görüşün öğretilmesini yasaklayarak diğeri lehine kamu gücünü seferber etmek adil bir yol değildir ve tarafsızlığın ihlalidir.
Daha adil olan yol özel okullarda müfredatı serbest bırakarak keskin çekişmeli böyle konularda ailelerin tercihlerine cevap verebilecek bir okul çeşitliliğinin ortaya çıkmasına izin vermektir. Kamu okullarında ise konu tümden müfredattan kaldırılabilir veya evrim teorisi karşıt ve eleştirel perspektiflerle birlikte, sadece lise düzeyinde, mümkün olduğunca formel bir tarafsızlıkla anlatılabilir.
Konu çeşitli bakımlardan tartışmaya açık, ancak insanları “bilim bu bilim” diye parmak sallayarak susturmak bağnazlığından vazgeçmek gerektiği kesin.
Yeni Yüzyıl, 12.02.2016
http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/egitimde-bilimcilik-bagnazligi-1268