Son günlerde kendimizi birden bire başbakanın söylediği “kız ve erkek öğrencilerin aynı evde veya yurtlarda kalmasına müsaade etmeyeceğiz” tartışmasının içinde bulduk. Konuyu “muhafazakârlık, hayat tarzı…” gibi tartışmalarına girmeden –ki yeterince tartışılıyor- ebeveynlerin çocuk üzerindeki iktidarının sınırları ve güncel tezahürü olarak ele almak istiyorum. Ebeveyn iktidarının varlığı ve sınırları büyük İngiliz düşünür John Locke (1632-1704) tarafından ortaya konulmuştur. Düşünür ailenin çocuk üzerindeki iktidarını “paternal iktidar” olarak ifade eder. Bu gün geldiğimiz noktada ebeveynlerin çocuk üzerindeki paternal iktidarı büyük ölçüde devlete geçmiştir. Ailelerin kendi etkinsiz iktidarlarının sınırlarını devletin otoritesi ile genişletme eğiliminde olduklarını gösteren pek çok emare mevcuttur.
“Ailelerden gelen şikâyetlere sessiz kalmayız” dedi başbakan, böylece toplum vezninde ailelerin talepleri ile atacakları adımları meşrulaştırma çabasına girişti. Bunun müstakil bir talep olduğunu düşünebilirdik lakin kısa süre önce yaşanan bazı gelişmeler ailenin çocukları üzerindeki iktidarlarının yansımasının yozlaştığını gösteriyor. Nitekim, ailelerden gelen yoğun baskı nedeniyle çocukların okula devam ederken giyecekleri kıyafetlerin eskisi gibi forma olması yönünde bir oylama yapılmasına karar verildi. Gerçekleşen tercihlere göre, okulların pek çoğunda okul formasının devam ettiğini basından öğrendik. Yani, ebeveynler çocukları üzerindeki iktidarlarını devlet eliyle gerçekleştirdi. Anne-babalar, bağzı küçük kaygılarla (kıyafet tartışması, ne giyilecek sorunu gibi) çocuğu üzerindeki söz hakkını devleti aracı kılarak gerçekleştirdi. Bu ebeveynlerin doğal iktidarının sınırlarını zorladıklarını gösterir bir emaredir. Ele aldığımız konuda da ailelerin bazıları kendi reşit veya değil çocukları üzerindeki kendi yetkilerini devlete tevdi etme arayışında oldukları görülüyor. Bu durumda “kötü kişi” hükümet olacaktır, anne-babalar çocukları üzerinden –güya- iktidarlarını kaybetmeden söz sahibi olmaya devam edeceklerdir.
Aile kurumunun, aşırı etkisiz kılınması bu manzaraya yol açmıştır. Çocuk koruma kanunları vb. yaptırımlar ailelerin etkisini azaltırken diğerlerinin etkisini tam tersi oranda arttırmaktadır. Türkiye’de ailelerden beklenilen, resmi ideolojiye bağlı birer yurttaş yetiştirilmesidir. Cumhuriyet, kendi bekası için, özgür bireylerden çok vatan için kendini feda edecek yurttaşlar arzulamaktadır. Zorunlu eğitim, zorunlu vergi vermek, zorunlu askerlik gibi kurumlar çocuk üzerindeki ebeveyn haklarını aşındırmak için gündeme getirilmiştir. Aile kurumu zayıflamış, erken yaştan itibaren çocukların “bakımı” dışında kalan tasarruf hakları elinden alınmıştır.
“Aile kurumunun çok önemli olduğunu” söylemek, sık sık nutuk atmak yeterli değildir. Aile Bakanlığı gibi kurumsal düzenlemeler de yetersizdir. Ailenin çocukları üzerindeki belirleyici rolünün aileye iadesi zamanı gelmiştir. Aileler, çocuklarının nasıl bir insan olmasını istiyorlarsa öyle yetiştirmelidir. Ebeveynler güçlendirilmelidir, çocuklarının üzerindeki hakları tanınmalı, özellikle eğitim ve değerler aktarımında aile kararları esas alınmalıdır. Zorunlu askerlik, zorunlu vergi gibi uygulamalar rızaya dayalı biçiminde yeniden tasarlanmalıdır. Bireysel eğitim, evde eğitim, özel okul açılmanın kolaylaştırılması, ders, müfredat, öğretmen ve okul seçiminin tamamen ailelere bırakılması gerekmektedir. Çocuk yasal reşit çağına geldiğinde özgür bırakılmalı, devletin ve toplumun pozitif müdahalelerine son verilmelidir.
maliilkaya@hotmail.com