Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, Ramazan’ın başlaması vesilesiyle çok önemli mesajlar verdi.
Bunların başında da ‘öteki’ne ilişkin yaptığı tespit ve öneri geliyor.
Bakınız Bardakoğlu ne dedi: “Öteki kavramını sözlüğümüzden silip, yanı başımızda ve uzağımızdaki herkesi bizim bir parçamız olarak görmeye ihtiyaç vardır”.
Eski Meclis başkanlarından Ferruh Bozbeyli’nin Son Demokrat kitabında 1950’lerde Zeyrek Camii imamı olan Abdülaziz Bekkine Efendi’den naklettiği bir söz var. Diyor ki Bekkine Efendi; ‘bir insanı öyle hemen gözden çıkarmayınız, kötü görmeyiniz. Onun üzerinde Allah’ın emeği olduğunu unutmayınız’.
Evet, ‘Allah’ın emeğine’ saygı için ötekileştirmemek, düşman bellememek…
Peki, Diyanet İşleri Başkanı, tam da bu mükemmel tespitinin ve niyetinin ardından yıllardır süren bir ‘ötekileştirme söylemi ve pratiğini’ düzeltecek mi?
Yıllardır hutbelerde, vaazlarda, mevlitlerde velhasıl nerede bir din görevlisi dua okursa orada tekrarlanan bir ifade var: ‘Dahili ve harici düşmanlarımız’. Ya onların şerrinden sakınılır, ya onlara lanet okunur. Harici düşmanları hadi anladık diyelim, peki bu ‘dahili düşmanlar’ kim oluyor Allah aşkına?
Nüfusunun % 99’u Müslüman olan bu ülkede iç düşmanlar kimler? Kim kimi ‘iç düşman’ ilan ediyor? Ne hakla ve kimin adına? Ne devlet yurtaşları, ne de Diyanet görevlileri Allah’ın kullarını ‘iç düşman’ olarak niteleyemez.
Benim ‘iç düşman’ım yok. Ben bu Diyanet görevlilerinin duasına katılamayacak mıyım?
Yıllardır halkın bir kesimini ‘iç düşman’ edenlere karşı geldik, itiraz ettik. Çünkü bu, otoriter bir rejimin temellerini atan, onu meşrulaştıran ve toplumsallaştıran bir ‘korku iklimi’ yaratmak için sistematik olarak yürütülen bir politikaydı. Memleketin dört yanı düşmanlarla çevrilmişken, bir de her an bu düşmanlarla işbirliği yaparak ihanete hazır bekleyen ‘iç düşmanlar’ olduğu anlatıldı millete. Bu kadar düşmanla baş etmek için balyoz gibi bir devlet gerekirdi tabii ki. Böyle bir ateş çemberinde demokrasi, özgürlük, adalet ve farklılık taleplerinin bir anlamı, önceliği olamazdı; düşman içimizde, yanı başımızdaydı, tehlike yakındı…
İşte bu korkular üzerinden yıllarca demokrasi, özgürlük ve farklılık taleplerimize gem vurdu devletlularımız.
Jakoben, ceberut devlet her dönem birilerini ‘iç düşman’ ilan etti, çünkü ‘iç düşmansız’ varlığını haklılaştıramıyordu. Birçok dönemde iç düşmanların başında da dindarlar geldi. Alenen de ilan ettiler bunu. İmam hatipliler, başörtülüler, Anadolu sermayesi, dinî gruplar ve cemaatler hep birileri için ‘iç düşman’dı.
İşte o ‘iç düşman’lar, aynı anda başka ‘iç düşmanlar’a karşı dualar okuyorlar; bunu yaparken ‘iç düşman’ söylemini doğallaştırıyor, meşrulaştırıyor ve toplumsallaştırıyorlar.
Din görevlileri ve dindarlar dualarında birilerine (?) ‘iç düşman’ dediğinde ‘ceberut, otoriter devlet’in ateşine odun taşımakla kalmıyor, toplumsal barışı da sabote ediyorlar. Kim bu iç düşmanlar? Herkes olabilir; arkadaşınız, komşunuz, meslektaşınız, öğrenciniz, müşteriniz, hastanız…
Ötekini sözcüğümüzden silmek istiyorsak önce dualarımızdan çıkaracağız ötekini, yani ‘iç düşman’ı.
‘İç düşmanlar’ söylemi otoriter devlet, disiplinli ve tek tip toplum yaratmanın bir aracı olarak kullanıldı. ‘Korkular yaratarak’ yönetme, halkı zaptu rapt atlında tutma, disiplinize etme sürecinin en önemli aygıtıydı. Bugün böyle bir anlayış çok şükür çözülürken Diyanet’in din görevlilerinin hâlâ dualarında ‘iç düşmanlar’dan söz etmeleri zamanın ruhuna da ters, Bardakoğlu’nun ötekileştirmeyi defterden silme çağrısına da.
Madem ‘öteki’ni defterimizden sileceğiz, önce bu ‘dahili düşmanlarımız’ lafından kurtulalım. Bunu başaran bir Diyanet iç barışa büyük katkı sağlar. Otoriter devlet elitlerinin ‘iç düşmanlar’ diyerek memleketi ve halkı bölme yanlışına da daha fazla ortak olmamış olur.
Zaman, 25 Ağustos 2009