28 Şubat generallerinin amacı devlet ideolojisine nefer yetiştirmede bir arıza olarak gördükleri İmam-Hatip okullarından kurtulmaktı. AKP iktidarının getirdiği 4+4+4 sisteminin amacı da, belli ki bütün okulların İmam-Hatip okullarına çevrilmesi…
Bundan böyle çocuklarımız orta öğretimde 4 yıl, her yıl 72 saatten 288 saat Kuran-ı Kerim ve yine 4 yıl, her yıl 72 saatten 288 saat de Hazreti Muhammed’in Hayatı derslerini alacaklar. İktidarın beklediği bu kadar yoğun din tedrisatından sonra gelecek nesillerin daha dindar olması…
Çocuklarımızın anaokulundan itibaren üniversite bitene kadar yoğun bir Kemalist eğitimden de geçtiği düşünülürse, gelecek nesillerin tümüyle Kemalist-dindarlardan oluşacağını düşünebiliriz.
Laik Devletten Din Dersleri
Kuran-ı Kerim ve Hz. Peygamberimizin hayatının okullarda bir gece yarısı önergesi ile seçmeli ders olarak konulmasını AKP’liler gibi MHP’liler de, “Bugün tarihi bir gün, onur ve gurur günü” diyerek kutlamışlardı.
MHP’liler, 8 yıllık eğitime de hararetle destek vermiş, kuran kurslarının çocuklara kapatılmasını ve İmam-Hatiplerin orta kısımlarının kapatılmasını desteklemişti. Belli ki, MHP’liler, günah çıkarmaya çalışıyorlar…
Bu işten MHP’lilerin kazancının ne olacağını bilmiyorum ama, siyasi iktidar bu derslerin verilmesi için kullanacağı kadrolarla çok sayıda taraftarını memnun edebilir.
Laik devletin okullarında “Kuran-ı Kerim” ve “Hz. Peygamberimizin Hayatı”nın ders olarak okutulması çeşitli bakımlardan sorunludur.
Birincisi, laik devlet okullarında “Kuran-ı Kerim” ve “Hz. Peygamberimizin hayatı” dersleri veriliyorsa, diğer bütün dinler kutsal kitaplarının ve peygamberlerinin hayatının da seçmeli ders olarak verilmesi gerekir.
Esas sorun ise, Müslümanlığın değişik mezheplerinin Kuran-ı Kerim’i ve Peygamberin hayatını aynı şekilde yorumlamamasıdır. Derslerin içeriği bu yorum farklarından dolayı önemli sorunlar yaratacaktır.
Diğer bir sorun da, laik devletin bir dini tarif etmesi ve o dinin ilkelerini belirlemesidir. Bunun sonucu olarak da “Kuran-ı Kerim” ve “Hz. Peygamberimizin Hayatı” derslerinin içeriğinin, diğer demokratik ülkelerde olduğu gibi laik Milli Eğitim Bakanlığı tarafından değil dini cemaatleri temsil eden sivil toplum kuruluşları tarafından belirlenmesi gerekir. Ayrıca bu dersleri veren öğretmenlerin de dini cemaatler tarafından belirlenmesi gerekir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin okullarında din dersleri ilk defa verilmiyor. Devlet, laiklik iddiasında olmasına, her konuda dini toplumsal hayattan dışlamaya çalışmasına rağmen, din eğitiminde kontrolü elde tutmak için, din ve din adamı eğitimini de üzerine almıştır. Yalnız, diğer laik ülkelerden farklı olarak, Türkiye din eğitimine dini cemaatleri karıştırmamakta, bu iş tümüyle Milli Eğitim Bakanlığının kontrolünde sürdürülmektedir. Türkiye’de de bu işi bir devlet kuruluşu olan Diyanet İşleri Başkanlığı da yapabilirdi. Devlet, bu işe Diyanet İşleri Başkanlığını dahi karıştırmamakta, din derslerinin içeriğini tamamen seküler bir kuruluş olan Milli Eğitim Bakanlığı belirlemektedir. Laik devlet Müslümanlığı kendine göre yorumlayıp, bu yorumunu din diye öğretmektedir. Şimdiki iktidar, Milli Eğitim Bakanlığı şu anda kendi kontrolünde olduğu için durumdan memnun görünmektedir.
Okullarda verilen din derslerinin içeriğinin ne olduğunu eski bir Milli Eğitim Bakanının açıklamasından çıkarabiliriz. Milli Eğitim Bakanı Nevzat Ayaz, “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinde Atatürk’ün ilke ve inkılapları öğretilecek. Öğrencilere laiklik ilkesi benimsetilerek, dini istismar ve taassup konularında Atatürk’ün düşünceleri anlatılacak / Yeni uygulamaya göre din derslerinde öğrencilere Türkiye’ye yönelik iç ve dış tehditler konusundaki sorumlulukları anlatılacak./ … Derslerde öğrencilere, Atatürk’ün din ve vicdan hürriyeti, diğer din, örf ve adetlere hoşgörü, laikliğin Türk toplumuna sağladığı faydalar ve insan sevgisi konularındaki düşünceleri anlatılacak. / Atatürk öğrencilere aynı zamanda Türkçe, Sosyal Bilgiler, Hayat Bilgisi, Din kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinde de öğretilecek. Bu derslerde öğrencilere Atatürk sevgisinin aşılanması öngörülüyor.” (Milliyet, 28.06.1995) demişti.
Okul Din Eğitimi İçin Uygun Bir Yer mi?
Aslında okullarda verilen din bilgisi derslerinde çocuklar pek bir şey öğrenemiyorlar. Bunun sebebi okullarda ortamın uygun olmayışı, derslerin zoraki olması, derslerin yaşanan hayattan kopuk olması, derslerin pratiğinin yapılmaması ve tamamen teorik olarak verilmesidir. Adı ders olan her şey öğrenciler için iticidir; çocuklar bazı şeyleri zoraki öğrenirler, fakat kolay unuturlar.
Muhtemelen, Kuran-ı Kerim dersinde Kuran öğretilmeyecek, Kuran’ın içinde yazanlar, Tanrının bize vermek istediği mesaj öğretilmeyecek. Şimdiye kadar Kuran kurslarında ne öğretildiyse bu derslerde de bunlar öğretilmeye çalışılacak. Bu kurslarda öğretilen, Kuran’ı Arapçasından anlamadan okumak, bazı ayetleri de anlamadan ezberlemekti…
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, bir televizyon programında, “Biz Türkçe gibi Kuran okumayı öğreteceğiz. . … Yani çocuk Arap harfleriyle bir kelimeyi okumayı öğrenecek ama okuduğu şey Kuran olacak. Bir müfredat oluşturacağız. Okuyacak ama anlamayacak. Zaten Kuran okuyanların büyük bölümü anlamazlar onu bir kutsal bir kitap olarak okurlar” diyor.
Sayın Dinçer’in söyledikleri beni şaşırtmadı, sayın Dinçer şimdiye kadar din eğitimi diye yapılan şeyin ne olduğunu da açıklamış oldu: Dini metinleri anlamadan ezberlemek veya tekrarlamak…
Aslında bu sorunu dindarların kendi arsında tartışması gerekir. Bir kısım Müslümanlar, içeriğini öğrenmeden, verilen mesajı anlamadan çocuklarının Kuran okumasını veya bazı Kuran surelerini ezberlemesini dini eğitim olarak önemseyebilirler, bazıları da Kuran’ın verdiği mesajın doğru dürüst anlaşılmasını ve içselleştirmesini daha anlamlı bulabilirler. Bu sorunlar bir dini cemaat içerisinde tartışılması gereken sorunlardır, laik devleti ilgilendirmez. Laik devlet, mümkün olduğu kadar dinden uzak durmalıdır.
AKP’lilerin yaptığını benzer bir eğitim reformu 12 Eylül döneminde de olmuştu.12 Eylülcüler okullarda Atatürkçülük eğitimini olabildiğince yoğunlaştırmışlardı; matematik, kimya, fizik, beden eğitimi derslerinde de Atatürkçülün işlenmesini emretmişlerdi. Üniversitelerde de haftada 2 saat bir yıl okutulan Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi dersi bütün sınıflarda zorunlu olmuştu. Birinci sınıflarda haftada 4 saat, diğer sınıflarda haftada 2 saat okutuluyordu. Üniversite öğrencileri meslek derslerinden çok Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi dersi okuyorlardı. En fazla ek ders ücretini de bu dersi veren okutmanlar alıyorlardı. Öğrenciler çok mutlu idi, çünkü bu dersler geçme garantisi olan derslerdi. Zaten ilkokulda, ortaokulda, lisede tekrar tekrar öğrendikleri şeyler tekrarlanıyordu. Matematik öğretmeninin, daha askeri ortaokulda Atatürk’ün dehasını nasıl keşfettiği bir kere daha anlatılıyordu.
Sonuçta bu dersleri alan öğrenciler, hiç de askerlerin beklediği gibi daha Atatürkçü olmadılar. Daha çok Atatürkçülük dersi alan öğrenciler daha ilgisiz Atatürkçü oldular. Atatürkçülük daha çok yaşlı insanların tutkusu olarak kaldı. Muazzez İlmiye Çığ’dan sonra da ne olacağı belli değil…
Ortaokul ve liselerde “Kuran-ı Kerim” ve “Hz. Peygamberimizin Hayatı”nın okutulması da muhtemelen benzer sonucu verecektir. Okulda verilen zoraki derslerle ne iyi Atatürkçü yetiştirilebilir, ne de iyi Müslüman. İyi Müslüman olmak için eşyayı nesnel olarak algılayabilen, olayları nesnel olarak değerlendirebilen, insana ve çevresin saygılı insanların yetiştirilmesi gerekir.
İyi bir Müslüman, düzgün bir insan nasıl olur, nerede yetiştirilir, bilmiyorum. Ama bunun orta öğretimde verilen derslerle olmayacağından eminim. Bu laik devletin okullarında da olmaz, şeriat devletinin okullarında da… Din kültürü evde verilebilir, mahallede verilebilir, camide verilebilir… Okulda militan yetiştirilebilir, ama düzgün ve ahlaklı insan yetiştirmenin yeri okul değildir.
Bırakın Çocuklar Çocukluklarını Yaşasın
Yıllardır Türkiye’de çocuklar çocukluklarını yaşayamıyor. Anlamsız ve bitmeyen bir yarışın içindeler. İyi bir ilkokula kaydolma, iddialı bir öğretmen seçme ile yarış başlıyor. Sonra bir Anadolu lisesini kazanma, bir fen lisesini kazanma, iyi bir özel okula kaydolma çabaları ile yarış devam ediyor. Arkasından bir üniversiteye girme yarışı geliyor. Üniversiteyi bitiriyorsun ama yarış bitmiyor. Bu seferde bir devlet memurluğu elde etmek için yarış başlıyor. Bu yarışın her aşamasında hazırlıklı ve iddialı olacaksın, bir aşamasını bile ihmal edersen, yarışı kaybedersin. Bu yarışı kazanmak için dünya ile ilişkini keseceksin, ders kitaplarının dışında kitap okumayacaksın, televizyon seyretmeyeceksin, oyun oynamayacaksın, çocukluğunu yaşamayacaksın, gençliğini yaşamayacaksın…
4+4+4’ün asıl amacının İmam-Hatipleri tekrar ihya etmek olduğu anlıyoruz, ama şu beş yaşındaki çocukları neden okula sürüklediklerini anlamış değiliz. Liseyi 4 yıla çıkararak gençlerin hayatından bir yılı çalmışlardı, şimdi de 5 yaşındaki çocukları okula alarak çocukluklarından da bir yılı çalıyorlar.
Kaygılarının çocukların daha iyi eğitilmesi olduğu çok kuşkulu… Ahmet Altan 8 yıl kesintisiz eğitimi dayatanlar için, “Eğitim için kavga ettiklerini söylüyorlarsa, emin olun yalandır./ Çocukların eğitimi umurlarında bile değildir./ Bırakın eğitimi, çocuklar bile umurlarında değildir.” (8.8.1997, Yeni Yüzyıl) diye yazmıştı. Ahmet Altan’ın tespitinin 5 yaşındaki çocukları okula sürüklemek isteyenler için de doğru olduğunu söyleyebiliriz. Bunlar da çocuğu ne kadar erken devletin denetimine alırsak o kadar iyi olur diye düşünüyorlar şüphesiz. Kendiler iktidarda ya… Devletin yönetimi kendi gibi düşünmeyenlerin eline geçince de, devletin baskısından, insan hakları yokluğundan yakınmaya başlıyorlar.
Kemalistler ellerine geçen imkânları çok kötü kullandılar, eğitimi tümüyle kafalarındaki saplantılara göre yönlendirmeye çalıştılar. İmam-Hatiplilerin de onlardan farkı yok gibi, ellerine geçen fırsat geçince Kemalistlerden farklı olmadıklarını gösteriyorlar.