Taraf’tan Mehmet Baransu önce 2004 yılına ait bir Milli Güvenlik Kurulu tutanağını yayınladı. Bunu devletin halen bazı grupları fişlediğini gösteren bilgiler takip etti. Gizli kapaklı belgelerin medyaya düşmesi hükümet kanadını çok kızdırdı. Başbakan “devletin mahremiyetinin bulunduğunu, bu mahremiyeti ihlal edenin vatan hainliği yaptığını” duyurdu. Başbakanlık, Milli İstihbarat Teşkilatı ve Milli Güvenlik Kurulu, Baransu ve Taraf gazetesi hakkında “devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin gizli kalması gereken belgeleri açıklama”, “siyasal ve askeri casusluk” ve “yasaklanan bilgileri açıklamak” suçlarından ayrı ayrı suç duyurusunda bulundular. Tüm bu gelişmeleri üç açıdan değerlendirmek mümkün: İlkin, devletin kadim hastalığının devam ettiği bir kez daha gözler önüne serildi. Bütün şeffaflık ve demokrasi iddialarına karşın, devlet halen tehlikeli addettiği muhalif grupları izliyor. Onların attığı her adımı izliyor ve kimlerle görüştüklerini kaydediyor. Devlet, insanları siyasi ve dini görüşlerine göre grupluyor, gündelik hayat içerisindeki en rutin faaliyetlerini bile fişliyor. Gittiğiniz konferans, okuduğunuz gazete, arkadaşlık ettiğini kişiler bile takibe alınıyor; devlet hini hacette lazım olur diye bu bilgileri depoluyor. Ne devletin insanların hayatına onların mahremiyetini ortadan kaldıracak kadar burnunu sokması kabul edilebilir, ne de bu ihlallerin “devlet sırrı” kapsamına sokularak savunulması. “İktidarın dili” İkincisi, iktidar makamındakiler değişiyor ama bazı noktalarda “iktidarın dili” hep olduğu gibi kalıyor. “Vatan haini / vatan hainliği” bu dilin her daim hüküm süren kavramlarından biri. Sağ-sol fark etmiyor, iktidardakilerin tahammül eşiği çok düşük. Kendilerini eleştirenlerden, zora sokanlardan hiç hazzetmiyorlar ve onların boynuna “vatan haini” fermanını asıyorlar. Dün de böyleydi ve maalesef bugün de böyle. Haini bol bir toplumuz biz, herkes meşrebine veya konjonktüre göre birilerini hemencecik “hain” sınıfına dahil etmekte tereddüt etmiyor. Oysa bu çok sıkıntı verici bir hal. “Vatan haini” kavramının kendisi son derece problemli, bir de muhalif tavır gösteren herkese bu sıfatı yapıştırmak işi daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor. “Vatan haini” ifadesi, statüko bekçilerinin dayanağıdır; kişilerin sıklıkla vatan hainliğiyle itham edildiği yerlerde demokratikleşmek, hakları savunmak ve özgürlükleri büyütmek güçleşir. Taraf’ın ve Baransu’nun haberleri birçok eleştiriye tabi tutulabilir. Haberlerin sunum tarzı, içerikteki bazı bilgilerin tahrif edilmesi, vb. hususlar medya etiği açısından değerlendirilebilir; bunun üzerinden gazete ve gazetecinin yayınları kritik edilebilir elbette. Bunda bir mahsur yok; Taraf ve Baransu, bu eleştiriler karşısında düşüncelerini belirtir, savunmaları yaparlar ve tartışma da bunun üzerinden yürür. Ama vatan hainliği devreye girdiğinde işin rengi değişir, özgür ve adil bir tartışma sürdürmenin imkânı kalmaz. Devlet sırrı ve hukuk Üçüncüsü, bu soruşturmanın hukuki sonucunun ne olacağıdır. Bazı hukukçular, mesela Ersan Şen, içeriği toplumu yakından ilgilendirse de, devlet sırrı kapsamında olan belgelerin yayınlanması bir suç olduğunu belirtiyorlar. Şen’e göre, MGK kararı tavsiye niteliğinde olsa da devlet sırrıysa eğer ifşa edilemez, edilmesi halinde ise bu, MGK Kanunu ve TCK’daki hükümler uyarınca suç oluşturur. Lakin ilgili maddeleri farklı yorumlayan hukukçular da var. Misal Hasan Sınar’a göre devletin güvenliğini ihlal suçlarında sınırlandırılan husus kamu görevlilerinin o belgeleri sızdırmasıdır, bunun yerine -Türkiye’de olduğu gibi- belgeyi yayınlanan gazetecinin yargılanması yanlıştır. “Gizliliği ihlalden de pek çok gazeteci yargılanıyor. O belgeyi diyelim ki polis, savcı sızdırıyor. Onu sızdıranı incelemek yerine gazetecinin üzerine gidiliyor. Bu olayda da sorulması gereken şu: MGK belgesi kim tarafından ve nasıl verildi? Belgeyi sızdıranı cezalandıracaksınız. Haber değeri taşıyan belge ulaşırsa hangi gazeteci olursa olsun yayımlar. Velev ki dava açıldı ve mahkûm oldu. Konu AİHM’ye taşınırsa AİHM ‘bu ifade özgürlüğünün ihlali der’ başka bir olasılıkla. Soruşturma Başbakan Yardımcısı’nın bu konuyla ilgili savcıları göreve çağırmasından sonra oldu.” http://www.radikal.com.tr/turkiye/yayimlayana_degil_sizdirana_ceza_olmali-1164958 Sınar’ın belirttiği gibi AİHM’nin böyle bir dava karşısında ifade özgürlüğüne dayanarak karar vermesi büyük bir olasılık. Zira AİHM’nin Sunday Times/Britanya (devlet sırlarının açıklanması), Fressoz ve Roire/Fransa (gizli vergi belgelerinin açıklanması) kararlarında geliştirdiği içtihada göre, “Basının, içeriği kamuoyuna açıklanmış olan bir belgeye gazetelerde yer vermesi, manşete taşıması suç oluşturmaz. Aksi düşünce özgürlüğü ihlali sayılır.” (Rıza Türmen, Basın Özgürlüğü ve Wikileaks, Milliyet, 05.12.2010, http://www.milliyet.com.tr/basin-ozgurlugu-ve-wikileaks/riza-turmen/siyaset/yazardetay/06.12.2010/1322621/default.htm) Ayrıca, AİHM’e varmadan, Türkiye yargı organlarının da MGK belgesi yayınlamanın suç oluşturmadığına dair verdikleri kararlar vardır. Deniz Zeyrek, 2003’de “çok gizli” ibareli bir MGK belgesi yayınladıklarını ve savcılığın haklarında “soruşturmaya yer olmadığına” karar verdiğini yazdı köşesinde. (http://www.radikal.com.tr/turkiye/mgk_belgesi_yayimladim_ceza_almadim-1164366) Dolayısıyla gazetecileri suç duyurularıyla baskı altına almak, vatan hainliği ile suçlamak çıkar yol değil. Demokrasi iddiası olanların bu yollara sapmaktan mümkün mertebe imtina etmesi gerekir.
Serbestiyet, 10.13.2013