Evet yapar. Geçmişte de yaptı, bugün de yapıyor, yarın da yapacak. Provokasyonu hep PKK, yabancı güçler, kökü dışarıda yerli unsurlar yapacak değil ya!
Devlet de yapar. Bu tür eylemler, kararlar, sızdırılan bilgiler, atılan manşetler toplumu yönetmenin, dizayn etmenin, bazen de eski düzeni sürdürmenin ve meşrulaştırmanın birer aracı. Yakın tarihimiz bunun yüzlerce örneğiyle dolu. 28 Şubat’ın ‘büyük devlet adamı’nın ‘devlet rutinin dışına çıkabilir’ sözünü duymadınız mı? Devletin derin ve kirli tarihi hakkında henüz çok az şey biliyoruz. Önemli olan bugün provokasyonlar olduğunda ‘işte yine yapıyorlar’ diyebilmemiz, parmaklarımızla ‘onları’ gösterebilmemiz. Bu, belki caydırır onları, hızlarını keser. Ama devlet tümüyle şeffaflaşmadan, demokratikleşmeden, hesaba çekilebilir hale gelmeden birileri devlet adına vatandaşlarına komplo kurmaya da, toplumsal provokasyonlar tezgâhlamaya da devam eder.
Alın size YSK kararı… Vazifesi seçimlerin huzur, güven ve hukuk için yapılmasını sağlamak olan bir kurum, seçimlerin üzerine gölge düşürecek bir işe kalkıştı. Neden?
Türkiye son yıllarda büyük dönüşüm yaşadı. Sistem içindeki ayrıcalıklı konumlarını kaybedenler askerden medet umdular; olmadı, yüksek yargıya müracaat ettiler süreci durdurması için. Bir yandan da seçimler yoluyla bu değişimi durdurmaya, yönünü çevirmeye çalıştılar. Tamam, başaramadılar. Sonunda kendilerini desteklemeyenlere ‘bidon kafalı’, ‘göbeğini kaşıyan adam’ vs. diye hakaret de ettiler. Çıkan sonuçlardan memnun olmadılar; ama halkın iradesini yansıtmadığını, oyların çalındığını, seçime katılmak isteyenlerin engellendiğini de söyleyemediler. Ta ki YSK’nın BDP’li bağımsız adayları veto eden kararına kadar… Şimdi tartışılan seçimlerin meşruiyeti. Dolayısıyla YSK öncelikle demokrasiye darbe vurdu. Bundan sonra ne yaparsa yapsın Türkiye demokrasisi şimdiden zarar gördü. İkincisi, demokrasinin en önemli sürecini, yani seçimleri yöneten ama demokrasiye inanmayan ve hukuka saygı göstermeyen bir kurum olarak YSK’nın saygınlığına gölge düşürüldü. İnsanların en temel haklarından olan seçme ve seçilme hakkı böylesine yanlış yorumlarla, hukuk bilmez uygulamalarla ayaklar altına alınamaz.
YSK kararından dönsün veya dönmesin bu, ‘yüksek yargı’nın siyasete müdahalesinin son örneğidir. Mesele, siyasete şiddeti davet etmesinden ibaret değildir (ki bu, kendi başına çok ağır bir sonuçtur), bizatihi siyaset kurumu linç edilmek istenmiştir. BDP’liler bunu AK Parti’nin bir tezgâhı olarak nitelemekle kalmamış, AK Parti teşkilatlarına saldırılar bile yaşanmıştır. Kuşkusuz bu mesele haziran seçimleri sürecinde bölgede AK Parti ile BDP arasındaki gerginliği tırmandıracaktır. Bağımsızların adaylıklarının engellenmesi durumunda bunun bölgede AK Parti için avantaj yaratacak olması BDP’nin tutumunun siyasal rekabetten şiddete doğru evrilmesini kamçılayabilir.
Tabii en vahimi, YSK’nın kararını düzeltmemesi durumunda BDP’nin seçimlerden çekilme ihtimalidir. Amaçlanan bu muydu yoksa?
Eğer böyle bir sonuç ortaya çıkarsa bu, YSK’nın amacının BDP’li bağımsızları durdurmak değil, Kürt açılımını sabote etmek olduğu anlamına gelir. Seçimlerden çekilen bir BDP’nin gerisinde duran PKK’nın seçimlerde nasıl bir terör estireceğini öngörmemek imkânsız. Siyasetin önünün tıkanmasından cesaret alan radikal unsurların ağırlıklarını koyarak haziran seçimlerine kadar ilan edilen ateşkesi bozdurmaları ve şiddet politikalarına yönelmeleri sürpriz olmaz. Yani boykot sadece seçimlerin meşruiyetini sorgulanır kılmakla kalmaz, şiddeti de beraberinde getirir.
Aslında bütün bunlar, bu kadar yaklaşmışken Kürt sorununun çözümünün artık uzun bir süre gündemden düşmesi demek.
Bu karamsar bir senaryo, ama durum düzeltilmez ise çok uzak bir ihtimal de değil.
BDP ve AK Parti birbirlerini suçlayadursunlar, YSK’nın siyasete müdahalesi en fazla MHP’ye yaradı. Her gerginlik ve atılan her molotofkokteyli ile MHP barajın tehlike bölgesinden biraz daha uzaklaşıyor. Siyaset mühendisliği devam ediyor…
Zaman, 22.04.2011