Üstelik bir yandan cezaevindeki ‘Öcalan’la görüşürüz’ derken öte yandan da hareketin siyasal kanadının temsilcilerine cezaevini göstermek tutarlı değil. Dahası, anadilde savunma hakkını ve kamu hizmeti sunumunu, Terörle Mücadele Yasası’nın değiştirilmesini gündemine alan bir hükümet için Kürt hareketinin siyasal temsilcilerini Meclis’ten uzaklaştıracak bir adım atmak anlaşılması zor bir tutum.
Açıkçası ben anlamakta zorlanıyorum, çünkü sürekli ‘karışık’ sinyaller gönderiliyor, birbiriyle çelişkili açıklamalar yapılıyor, adımlar atılıyor. Bilemiyorum, belki de bütün bu çelişkilerin gerisinde ‘tutarlı ve kapsamlı’ bir strateji vardır. Bazılarının inandıkları gibi, hükümet görünürde sert bir tutum sergileyerek ‘milliyetçi’ tabanının gazını alıyor, öte yandan da Kürtlerin kimlik taleplerini karşılayacak ciddi adımları atıyordur. Yani aslında hükümet ‘şahin’ görünümlü bir ‘güvercin’dir, barış isteyen… Ama bu gerçekte ne kadar mümkün? Kamuoyu önünde şahinleşen bir hükümet aslında barış için kendi manevra alanını da daraltmış olmuyor mu? Tabanda kabartılan tepkisel milliyetçiliğin bir süre sonra tavanı belirlemesi, sınırlaması muhtemeldir. Dahası, Başbakan Erdoğan’ın söylemsel tutumu tabanını etkiliyor ve dönüştürüyor. On yıldır bunun örneklerini görüyoruz. Kimse Başbakan’ın konuşmalarına bir ‘stratejik oyun’ olarak bakmıyor. İnandığı gerçeği söylediğini düşünüyor ve onun söylemi gibi kabarıyor, Kürt sorunu konusunda katılaşıyor.
Sonuçta hükümet Öcalan’la gerçekten de görüşse ve bir uzlaşıya ulaşsa bile milliyetçi-güvenlikçi söylemle kabartılan ve katılaşan topluma uzlaşılan çözümü kabul ettirebilmesi çok zor olacaktır. Siz her gün gazetelerinizde ‘PKK bitti, PKK’ya ağır darbe’ haberlerini manşet yaparsanız, sonrasında Öcalan’la bir çözüm üzerinde ‘anlaştığınızı’ izah edemezsiniz. ‘Biten, imha edilen, sayıları 400’e düşen’ bir örgütle masaya oturup anlaştığınızı nasıl anlatabilirsiniz kamuoyuna? Sormazlar mı, ‘hani bitmişti, biten örgütle neyin anlaşması bu’ diye?
Kısaca, ‘bir yandan kamuoyu önünde sertlik, öte yandan da çözüm için görüşme’ stratejisi pek akla yatkın gelmiyor.
Hükümetin çözüm arayışını terk ettiği, Başbakan’ın kendisinin ‘artık Kürt sorunu bitmiştir’ dediği, PKK’nın güvenlik tedbirleriyle, BDP’nin de yargısal yöntemlerle bitirileceği farklı bir strateji izlendiğini düşünenler de var. Bunlara göre hükümet, kontrolünde olan ordu ve yargıyla birlikte Kürt meselesinin silahlı ve siyasal unsurlarını imha etmeye çalışıyor. Dokunulmazlıkların kaldırılması da bu stratejinin bir parçası. Peki imha mümkün mü? Bence hayır. BDP, sonuçta üç milyona yakın oy alan bir parti. Toplumsal bir olguyu yok edemezsiniz. Edebilseydiniz Cumhuriyet tarihiyle başlayan asimilasyon politikaları sonucu bugün Kürt kimliğinin kalmaması gerekirdi. Tıpkı yok edilemeyen İslamî hareketler gibi Kürt kimliği de sosyolojik bir gerçek…
Dolayısıyla bu realitenin askerî uzantısı olan PKK’yı da askerî olarak safdışı bırakmanız zor. Geçenlerde eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, ‘PKK başarılı olmuştur’ dedi. Kastettiği PKK’nın askerî olarak tüketilemediği… Öte yandan bölgedeki gelişmeler, Irak’ın kuzeyinde fiilî bir Kürt devletinin varlığı, Suriye’de beliren ve güçlenen Kürt unsurlar ve genelde yeni bölgesel dengeler, itiraf edelim, PKK’yı daha da güçlendirdi. Bunları yan yana koyduğumuzda kafaların karışmaması imkaânsız. Bir ara sık sık ‘Kürtler ne istiyor?’ sorusu yöneltilirdi. Kafalar karışıktı Kürtlerin ne istediklerine ilişkin; bağımsızlık mı, federasyon mu, demokratik bir cumhuriyet mi? Şimdi soru şu; hükümet ne istiyor gerçekten? Ne yapmaya çalışıyor? Sorunu derinleştirecek adımlar atmadan önce herkes, başta hükümet sormalı: ‘Kürtlerden ne istiyoruz? Çekip gitmelerini mi?’
Zaman, 30.11.2012