Geleneksel olarak bu ülkede gücü, zenginliği ve itibarı hep devlet verir. Verdiği gibi, geri de alır hoşuna gitmediğinde veya tehdit olarak gördüğünde.
Devlet adeta ‘mutlak’ ve ‘kutsal’ bir varlıktır. O yüzden yıllarca halkın, bu mutlak ve kutsal varlığa ‘kurban’ edildiği rejimlerde yaşadık. İttihat Terakki tecrübesinden tek parti rejimine ve oradan da vesayet düzenine ‘her şey devlet için’di.
Devlet denilen şeyi aslında halkın kurduğu ve halka hizmet etmekle mükellef olduğunu Menderes ve Özal gibi ‘merkez sağ’ siyasetçiler dile getirdiler de halk devletle ilişkisindeki konumunu biraz olsun güçlendirdi, üste çıkmaya başladı. Lakin üstünde de olsanız, ‘devlet’ zaptı zor bir ‘eşek’tir.
İfade, Murat Karayılan’a ait. Geçenlerde Taraf gazetesine gönderdiği bir mektupta bu Kürt ‘sözü’ne atıfta bulunuyor: ‘Dewlet bi ker be jî xwe lê meke.’
Bu, Kürtlerin ‘Türk’ devletiyle ilişkilerini anlatmaz yalnızca. Bence oldukça evrensel bir hakikate de işaret ediyor. Devletin ‘kötücül doğası’ ve bununla eleştirel bir mesafenin muhafazası gereği…
Devlet otoritesini, kültünü, aşkınlığını ve kutsallığını sorgulayan daha özlü bir söz duymadım son zamanlarda. İşin ironisi ise, devletin doğasının ‘kötülüğü’nü ifade eden bu sözün başka bir (kutsal, sorgulanamaz, karşı durulamaz) devlet icat etmek için kullanılması…
Eşek, sahibine hizmet eder. Ama biliyoruz ki bu ülkede ‘sahiplik ve hizmet’ konusunda işler tersinden yapıldı. Devletti sahip, millet de hizmete mükellef… Böyle olunca da ‘bizim’ devlet halkın sırtına bindi, vatandaşın da gıkı çıkmadı. 1950’de halkın önüne sandık konuldu da, ‘gizli oy’ hakkıyla sandıkta itiraz etmeye başladılar. Kendilerine hizmet edecekleri seçtiler. Seçtiklerine de, ‘nerede hizmet’ diye sormaya başladılar. Yani demokrasi, halkın sırtındaki devleti atması ve devleti ‘hizmetine koşması’nın tarihidir aslında. Şimdilerde bizim devlet ‘sahip’in kim olduğunu ve işinin ne olduğunu daha iyi biliyor.
Bu iş şimdilerde böyle bile olsa, yani devletin sırtına biniyor bile olsan dikkat edeceksin. Bir Türk atasözüyle söylersek bu defa, ‘eşeğini sağlam kazığa bağlayacaksın’. Üste çıktım diye sevinmeyeceksin; üstüne çıktığın şey seni olmadık yerlere de götürebilir. Bunu denetlemenin yolu da elinde tuttuğun ve adına demokrasi denilen ‘yular’.
Her durumda, elinde demokrasi de olsa ‘devletin fazlası zarar’dır; en iyi devlet en az devlettir. Devletin ‘fazlası’, müdahalecisi, her işe karışanı ‘sivil düzen’i bozar. Hani, Kemalist vesayet rejimini eleştirirken diyoruz ya ‘halk için neyin iyi neyin kötü olduğuna kendileri karar veren’ bir avuç bürokrat… Devlet böyledir, ister Kemalist vesayetçi, ister başka türlüsü olsun, birileri ‘halk için iyi olanı kendilerinin bildiğini’ düşündüklerinde sorun başlar. Sivil alan bürokratik müdahalelerle delik deşik edilir.
Siyaseti yumuşatmanın yolu, iktidar olunduğunda elde edilecek ‘ödül’ün cazibesini azaltmaktan geçer. Eğer güç, zenginlik, itibar, refah devletten, devlette iktidar olmaktan geçiyorsa o iktidara ulaşmak için her şey yapılır. Siyaset bir var oluş ve yok oluş meselesine indirgenir. Toplumsal barışın muhafazası devlet aracılığıyla elde edilecekleri azaltmaktan geçer, ki bu aslında ‘sivil’ alanın genişlemesi, devletten bağımsızlaşması ve hatta devleti denetlemesi anlamına gelir.
Yoksa devleti eşeğiniz yaptığınızda da sorunlarınız bitmeyebilir. Salih Tuna, Yeni Şafak’ta gayet iyi ifade etmiş: ‘Eleştirel pozisyonunuzu kaybetmenin karşılığında devlet size (gerektiğinde) eşeklik yapar ama gerçekte eşeğe siz mi binersiniz eşek mi size biner, orası biraz netameli.’
Konuyu Kürt meselesine de bağlarsak; önemli olan kimin bindiği ve indiği belli olmayan bir başka devlet yaratmak değil, eldeki mevcut devleti demokrasi terbiyesiyle ehlileştirmek, halkın hizmetine amade kılmaktır.
Zaman, 11.09.2011