Antalyalı bir vatandaş çocuğunun din derslerinden muaf olması için mahkemeye başvurdu. Danıştay 8. Dairesi, bu başvuruyu birçok gerekçe ileri sürerek reddetti. Vatandaşın din dersinden muaf olma talebini reddeden mahkemenin ileri sürdüğü gerekçeler arasında din dersinin anayasal olarak zorunlu olması ve yapılan son düzenlemelerden sonra din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinin objektif, çoğulcu ve inançlar üstü bir muhtevaya kavuştuğu şeklindedir. Danıştay 8. Dairesi’nin vermiş olduğu devlet-din eğitimi ilişkisi ve din özgürlüğü konusu üzerinde ciddiyetle durmamızı gerekli kılmaktadır.
Her şeyden önce çocuğunun din dersinden muaf tutulmasını isteyen baba, din ve vicdan özgürlüğüne uygun bir talepte bulunmuştur. Ebeveynin çocuğuna din eğitimi alıp aldırmama hakkı vardır. Ancak mahkeme vermiş olduğu kararla bu hakkın kullanımına engel olmuştur. Burada sorun olan babanın talebi değil, mahkeme kararıdır.
1982 anayasasının 24. Maddesindeki düzenleme ile Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersleri’nin okullarda zorunlu olarak yer alması, çok ciddi bir sorundur. Zorunlu din dersi uygulaması, bir 12 Eylül icadıdır. Din derslerinin anayasal bir madde ile zorunlu bir statüye kavuşturulması din ve vicdan özgürlüğüne aykırı bir düzenlemedir. Mevcut anayasal düzenleme, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersini dokunulamaz ve değiştirilemez bir statü kazandırtmaktadır. Din eğitimi konusunda din ve vicdan özgürlüğüne uygun bir uygulamaya geçmemiz için, din derslerinin anayasada ifade edilen zorunlu statüsünün kaldırılması gerekmektedir. Ancak Danıştay vermiş olduğu kararla, mevcut uygulamanın aşılmazlığını ortaya koymuştur.
Din ve vicdan özgürlüğü, tek boyutlu bir özgürlük kategorisi değildir. Din ve vicdan özgürlüğü, dini yaşama özgürlüğünü, dinden özgürleşme özgürlüğünü ve toplumsal alanda dini yaşama özgürlüğünü kapsamaktadır. Çoğu zaman din özgürlüğü, sadece dindarların dini yaşama özgürlüğü olarak anlaşılmakta, din dışı inanç, felsefe ve yaşam tarzlarını benimseyenlerin dinden kendilerini özgürleştirme hakları ihmal edilmekte veya önemsizleştirilmektedir. Mahkeme vermiş olduğu kararla asıl olanın dini yaşamak ve din eğitimi almak olduğunu, din eğitimi almama ve dinden özgürleşme hakkını ise marjinal ve önemsiz bulduğunu ortaya koymuş bulunmaktadır. Mahkemenin vermiş olduğu karar, hem dindara hem ateiste din dersini zorunlu tutmaktadır. Bu karar, din dersini almak isteyen kişileri marjinalleştirmekte, ötekileştirmekte ve önemsizleştirmektedir. Mahkeme, bireyden çok din dersinin kendisini önemli ve öncelikli görmektedir.
Ortaöğretimde okutulan dersin ismi Din Kültürü ve Ahlak Dersi olmasına rağmen, uygulamada ve muhtevada bu ders, resmi sınırlar dahilinde İslam, ahlak ve toplumsal değerlerin endoktrine edildiği bir faaliyettir. Mevcut din dersinin objektif, çoğulcu ve inançlar üstü bir muhtevaya kavuşturulduğunun söylenmesi, bir gerçeklikten çok bir miti ifade etmektedir. Mevcut ders kitaplarına Alevilikle ilgili on-on beş sayfalık bilgilerin eklenmesi, din derslerini çoğulcu ve objektif hale getirmemektedir. Müfredata sadece resmi çizgiyle uyumlu olacak şekilde Aleviliğe dair bilgiler eklenmiştir. Yani dersin muhtevasında niteliksel bir değişme olmamıştır. Yapılan değişiklik muhtevanın niceliğinde olmuştur. Burada sorun dersin muhtevasından çok dersin niteliği sorunudur. İnsanlara anayasal düzenleme ile zorla din eğitimi aldırılması sorundur. Başka bir ifade ile dersin zorunlu olması, sorundur. Dersin zorunlu olmaktan çıkarılarak seçmeli hale getirilmesi gerekmektedir. Din dersini zorunlu olmaktan çıkarmak yerine ders kitaplarında niceliksel değişiklikler yapma yoluna gitmek, din ve vicdan özgürlüğü açısından olumlu uygulamaların önünü açmamaktadır. Danıştay’ın kararı, yapılan şekli düzenlemelerin din ve vicdan özgürlüğü aleyhine kullanılacağının iyi bir örneğini oluşturmaktadır.
Türkiye’de devlet en büyük din eğitimcisi konumundadır. AB ülkeleri içinde anayasasında hem laikliği zikreden, hem din ve vicdan özgürlüğünü ifade eden, hem din dersini zorunlu kılan tek ülke Türkiye’dir. Tevhid-i Tedrisat Yasası, din eğitim ve öğretimini tamamen bir devlet faaliyetine indirgemektedir. Başka bir ifade ile devlet, din eğitimi üzerinde tekel kurmuştur. Devletin karışmasının ve müdahale etmesinin meşrulaştırılamayacağı alanların başında din ve din eğitimi gelmektedir. Devletin din eğitimi üzerinde tekel kurması, fiilen din ve vicdan özgürlüğünün ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir. Devletin din eğitimi ve öğretimi vermek gibi bir görevi yoktur. Dindar bireyler ve gruplar din eğitimi alıp verebilirler. Devletin dindar insanların yerine kendisini ikame ederek din eğitimciliği rolüne soyunması, dini hayata yapılan çok ciddi bir müdahaledir. Din eğitiminin kendisi sorun değildir. Sorun olan devletin din eğitimcisi rolüne soyunması ve din eğitimini tekeline almasıdır. Danıştay, din eğitimini vermeyi devletin doğal hakkı saymakta ve din eğitiminden muaf olma talebini marjinal bir kişisel talebe indirgemektedir. Son mahkeme kararının, sadece bir vatandaşın din dersinden muaf olma talebini reddetmenin ötesinde bir anlamı vardır. Danıştay, bu kararı vermekle aslında din eğitimi üzerindeki devlet tekelini savunmayı amaçlamaktadır.
Din ve vicdan özgürlüğü, ebeveynlere çocuklarını istedikleri inanç, felsefe ve ahlak sistemine göre yetiştirip yetiştirmeme hakkı vermektedir. Devletin, din eğitimi üzerinde tekel kurması, aslında devletin ebeveynin yerine geçmesi anlamına gelmektedir. Danıştay kararı, din eğitimi konusunda ebeveynin değil devletin tek karar verici olduğunu ilan etmektedir. Devletin din eğitimi üzerindeki tekeli ortadan kaldırılmadan özgürlükçü ve çoğulcu bir din özgürlüğü ve eğitimi uygulaması gerçekleşmeyecektir. İnsan haklarının ve bireysel özgürlüklerin devlete karşı korunabilmesi için devletin din eğitimi alanındaki tekeli kırılmalıdır.
Taraf, 03.09.2012