Milli Eğitim Bakanı Çubukçu gayet isabetli bir seçimle bu öğretim yılının ilk dersinin ayrımcılık konusunda olmasına karar verdi. Ayrımcılığa karşı mücadelenin bir hükümet politikası olduğunu ilan etmenin sembolik bir biçimiydi bu ve şimdiye kadar ayrımcı politikaların asıl uygulayıcısının devlet olduğu düşünülürse, anlamlı bir seçimdi.
CHP Milletvekili Canan Arıtman bunda da itiraz edecek bir şey buldu ya, pes doğrusu…
Arıtman yememiş içmemiş, hemen Nimet Çubukçu’ya bir mektup döşenmiş; “Cinsiyet ayrımıyla ilgili çalışmalarda sonuna kadar destekliyoruz; ancak siyasi bir boyuta çekilir ve Kürt açılımına dönerse asla izin vermeyiz. İlköğretimde siyaset yapılmasına olanak vermeye, bakan olsanız da hakkınız yoktur” demiş.
İlköğretim öğrencilerine siyaset yapılamazmış. Peki yıllardır, on yıllardır yapılan nedir?
Ders kitaplarında Türkiye’de etnik kimliği Kürt olan geniş bir nüfus yaşadığından bahsetmemek; daha doğrusu “Kürt” kelimesini hiçbir yerde geçirmemek (asimilasyon siyaseti) siyaset olmuyor da, Kürtler’e etnik ayrımcılık yapılmamasını söylemek siyaset oluyor.
Ermeni tehcirinden hiç söz etmemek (inkar siyaseti) siyaset olmuyor ama 1915 olaylarını ders kitaplarına almak siyaset oluyor.
Yakın zamana kadar ders kitaplarında 27 Mayıs’ı milli bayramlar arasında saymak (jakoben siyaset) siyaset olmuyor ama öğrencilere darbelerin demokrasilerde yeri olmadığını öğretmek, diyelim 27 Mayıs’ı eleştirmek siyaset oluyor!
Aslında Arıtman gibilerin derdini biliyoruz. Onlar çocuklara devletin resmi ideolojisinin ve siyasetinin dışında hiçbir şey anlatılmasın istiyorlar. Savundukları arkaik ideolojik-siyasi çizginin bekasını da eğitim adı altında sürdürülen endoktrinasyonun devamında görüyorlar.
“Gerici” dedikleri AK Parti ve onun Milli Eğitim Bakanı ise bu endoktrinasyon çizgisinin dışına çıkıyor: Ayrımcılık gibi belalı bir konuyu “ilk ders” konusu yapıyor.
Kimin ilerici, kimin gerici; kimin statükocu kimin değişimci olduğunu anlamak için bir örnek daha işte…
***
Nimet Çubukçu, okullara gönderilen genelgede ilk dersin öğrencilere seviyelerine uygun bir biçimde ve mutlaka somutlayarak; günlük hayattan örneklerle anlatılmasını istemiş ya, sadece şu birkaç günün gazetelerine şöyle bir bakınca, güncel örnek açısından ne kadar zengin bir ülke olduğumuz görülüyor.
Mesela Canan Arıtman’ın bu sözleri… Bence öğretmenler ayrımcılık konusunu Canan Arıtman’ın bu sözlerinden başlayarak anlatabilirlerdi. Cins ayrımcılığına karşı mücadeleye evet, etnik ayrımcılıktan söz etmeye “asla izin yok…” Ayrımcılıklar arasında ayırım yapan bu sözlerin kendisinin ayrımcılığın daniskası olduğunu anlatmak küçükler için gayet kavratıcı olurdu doğrusu…
Sonra, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun geçen günkü kararı… 2005’te Siirt’te, askerî araca taş atan kalabalığa ateş açan ve bir kişinin ölümüne yol açan uzman çavuşa ceza verilemeyeceğine hükmederken öne sürdüğü gerekçe… Gerekçeli Karar’da yer alan “bölgenin özellikleri bir bütün olarak gözönüne alındığında, yasal savunmada sınırın mazur görülebilecek bir korku ve telaşla aşıldığı” sözleri… Hukukun Batı’da başka, Güneydoğu’da başka uygulanabileceğine hükmeden; Kürt bölgesinde yaşam hakkının daha az korunduğunu deşifre eden ve Milliyet’in başlığıyla söyleyecek olursak “ölümde bölge kriteri” gözeten bu gerekçeden daha güzel bir ayrımcılık örneği bulunabilir mi?
Ve işte yine çok güncel bir başka ayrımcılık örneği: Eşcinsel ilişki görüntüleri ortaya çıktığı için hakkında soruşturma açılan ve istifa etmek zorunda kalan bir emniyet müdürü dolayısıyla başlayan eşcinseller polis olabilir mi olamaz mı tartışması… Emekli Emniyet Müdürleri Derneği
Başkanı Hasan Yücesan’ın “AB ülkeleri belki gay polisi normal karşılar. Ama bizim teşkilatımız böyle bir ilişkiyi kaldırmaz” sözleri…
Dün sınıf öğretmenlerinden biri, ayrımcılık konusunu işlerken bu konuyu açabilseydi, ne kadar öğretici ve ne kadar da ateşli bir tartışma olurdu kim bilir. Daha en başta bu soruyu ortaya atmanın; yani “eşcinseller polis olabilir mi olamaz mı” sorusunun sorulmasının ayrımcılığın dik alası olduğunu kavratmaya çalışan hocalarımız olsaydı…
Evet, ayrımcılık derslerini mutlaka somut örneklere dayandırmak lazım. Ve bu somut örnekleri en derin, en gizli ayrımcılıkları deşifre ederek; toplumun bam tellerine basarak vermek lazım.
Aksi takdirde bu derslerin de “iyiye, güzele, barışa, kardeşliğe doğru” klişeleriyle kuşatılıp bütün hayatiyetini kaybedip resmi söylemin bir parçasına dönüşmesi işten bile değil…
Bugün, 25.09.2009