Demokrasiyi Savunan İslamcılar da Var

Türkiye’de laikçi kesim İslam’ın demokrasi karşıtı bir din olduğundan emin. Bunlara göre, İslam toplumsal hayatın bütününde insan yaşamını düzenlemekte ve insanlara bireysel özgürlük alanı bırakmamaktadır.

Türkiye’de pek çok İslamcı düşünür ve yazar da bu düşünceyi savunmakta, bu düşünceye dayanarak demokrasiye ve bireysel özgürlüklere karşı çıkmaktadır. Onlara göre insanların kendilerini yönetecekleri seçmelerine ve toplum yaşamını düzenleyen kuralları koymaları Tanrının koyduğu kuralları inkâr etmektir. Bunlar bireysel özgürlükleri, dinden sapma için bir fırsat, temel insan haklarını da, Müslüman olmayanlara karşı verilmiş fazladan bir hak olarak görüyorlar.

Türkiye’deki İslamcılar, demokrasiyi Tanrının hâkimiyetine karşı halkın hâkimiyeti olarak yorumluyorlar. Buna karşın insanları Tanrı adına yönettikleri söyleyen bütün sultanlara, krallara, emirlere, diktatörlere itirazları yok. Bunların yetkiyi nasıl Tanrı’dan aldıklarını izah etmeye de gerek görmüyorlar.

Demokrasiyi ve liberal özgürlükleri savunan Türkiyeli İslamcı yazar ve düşünür sayısının çok fazla olmamasına karşın, Türkiye dışından, isimleri bize de yabancı olmayan, liberal demokrasiyi savunan pek çok İslamcı düşünür bulunmaktadır.

Abdülkerim Soruş

Tahran Üniversitesi öğretim üyelerinden, İslam liberalizmi akımının savunucularından…

“İki ilkeden söz ediyorum” diyor. “Birinci  ilke şudur: Gerçek bir mümin olmak için, kişinin özgür olması gerekir. Baskı veya zorlama altında edinilen inanç, gerçek inanç olamaz. Ve bu özgürlük, demokrasinin temelidir. İslam demokrasisinin ikinci dayanağı da dinsel metinlerin yorumunun her zaman değişme halinde olmasıdır. Bu yorumlar içinde yaşadığımız döneme göre değişir…”
“Herhangi bir demokraside olduğu gibi, İslam toplumunda da devleti çoğunluğun inancı ve iradesi tanımlar”

(Milliyet, 01.02.1995 tarihli The Guardian’dan).

” …insan hakları din dışı bir kavram. Bütün insan haklarını dinsel metinlerden çıkaramazsınız. Bir mümin olabilmek için öncelikle inanmak hakkına sahip olmalısınız. Dolayısıyla insan haklarına sahip olmak, bir inancı, dini benimsemekten önce gelir. Böylelikle demokrasinin insan hakları ayağı, dinin dili içinde temellendirilebilir.”

İnsan hakları dediğiniz zaman, liberal demokratik hakları kastediyorsunuz, değil mi?

“Elbette…”
“Tarihi açıdan baktığınızda İslam, İslam’ın bir dizi yorumudur. Hıristiyanlık, Hıristiyanlığın bir dizi yorumudur. Her yorumcu diğerini doğru, metne sadık yorum olmamakla suçlayabilir. Ama dışarıdan baktığınızda bir yorumlar zinciri görürsünüz.” / “Bana göre Batı uygarlığı canlılığını koruyor, çünkü kendi kendine karşı eleştirel bir bakışa sahip. Yüzyıllardır kendi kendini eleştiren bir uygarlık: canlılığının sırrı burada…”

 İstanbul’da yayımlanan Yeni Şafak gazetesinden Ali Dölek’e verdiğiniz mülakatta (29-31 Mayıs), her şeyi kendilerinin en iyi bildiklerini iddia eden mollaların, İran’da demokratikleşmeyi engellediklerini; eğer iktidar onları da yozlaştırmazsa belki genç kuşak mollaların demokratikleşmeye yol açacaklarını söylüyordunuz. Hala öyle mi düşünüyorsunuz?

“… gençler arasında demokratik fikirler gittikçe daha çok yayılıyor…”

(Şahin Alpay’ın röportajı, Milliyet, 14.08.1995).

Raşid El Gannuşi

Tunus’lu politikacı ve bilim adamı, İngiltere’de sürgün olarak yaşıyor…

İslam düşüncesinde özgürlüğün sınırı nedir? … İslam düşüncesinde kişinin mürted olma hakkı var mı? Mürted öldürülür mü?” sorusuna Gannuşi’nin cevabı:

“İslam’da özgürlük insanın varlığı ile ilişkili temel bir değerdir. Allah, insanı özgür olarak yaratmıştır. Bu insanı diğer yaratıklardan ayıran önemli bir özelliktir. Bu çerçevede insan, meleklerden bile farklıdır. Çünkü meleklerin isyan etme özgürlükleri yoktur! Halbuki insanın, seçme özgürlüğü vardır. Dilerse Allah-u Teala’ya itaat eder, dilerse isyan eder! Her iki durumda da karşılığını alır! Burada şunu da belirtmek gerekir ki özgür olmak, sorumlu olmanın temel esasıdır. Yani özgür olmayan sorumlu da değildir… İslam’ın temel hedeflerinden biri de insanı özgürleştirmektir… İnsan ancak özgür olarak İslam’a girer!… Fitne, insanları bir inanca zorlamak veya bir inançtan zorla çıkarmaktır…  belki insanın fiziğine egemen olabilirsiniz ama kalbine bir düşünceyi zorla sokamazsınız veya söküp atamazsınız! Dolayısıyla dinde zorlama mümkün değildir. Öyleyse kim bir dini terkederse yani bir inancı kalbinden söküp atarsa hiçbir kuvvet o inancı tekrar zorla o kalbe geri sokamaz.”

“… demokrasi İslam’ın düşmanı değil dostudur. İslam’ın gerçek düşmanı terör ve diktatörlüktür.”

“Ben İslami ortamlarda despotizm bulunmasından doğrusu endişeliyim. Yani insanların zorla İslam’a girdirilmelerinden endişeliyim. İnsanları zincire vurarak zorla cennete sürükleyemezsiniz!”

(Yeni Şafak, 26.04.1998)

Gannuşi 1996 yılında Türkiye’yi ziyaret ettiğinde, laikçi kesim Usame Bin Ladin Türkiye’ye gelmiş gibi tedirgin olmuştu. Bazı Müslümanlar da onu aşırı uzlaşmacı ve demokrasiyi İslam siyasi düşüncesine katma eğilimli buldukları için eleştirmişlerdi.

Abdulvahhap el-Efendi
 
Londra’da yaşayan Sudan’lı bilim adamı… Türkçeye çevrilmiş  “İslam ve Modernliği Yeniden Düşünmek”, “Turabi Devrimi”, “Nasıl Bir Devlet” gibi kitapların yazarı…

“İslam’da özgürlük fikrinin ne denli temel bir esas olduğunu kavramak gerekiyor. Aksi takdirde, devlet konusundaki kafa karışıklığını gideremeyiz. İslami vecibeler özgür irade ile yerine getirilmedikleri zaman hiçbir değer ifade etmezler. Allah, zorlama ile yapılan hiçbir ibadeti geçerli saymaz. İslamcılara düşen, herkesi ‘iyi Müslüman’ olmaya zorlamak değil, ibadeti anlamlı kılacak özgürlüğü müdafaa etmektir.. Özgürlükten korkmamıza hiç gerek yok. İslam’ın Batı demokrasilerinde ne denli güçlenip filizlendiği ortada. İslami hareket özgürlük mücadelesine istisnai bir önem atfetmeli ve özgürlük isteyen herkesle işbirliği yapmalı. Şu çok önemli: İslamcıların kendileri dışında toplulukların insanca yaşama haklarını da fiilen savunmaları lazım. İnsan hakları mücadelesi günümüz İslamcılarının 1 numaralı gündem maddesi olmalı. İnsan haklarının ve özgürlüğün teminat altında olduğu ortamlar, İslam davasını yaygınlaşması için en uygun ortamlardır.”

 “… Fikir ayrılıkları karşısında nasıl bir tavır almalıyız? Bu meselenin çözümü, dün olduğu gibi bugün de çoğunluğun fikrine kulak vermekten geçiyor. Müslümanlar arasında sayısız ekol var. Tarihte bazı idareciler bu ekollerden bazılarını halklarına zorla kabul ettirmeye çalıştı. Halife Mansur Maliki mezhebini ‘resmi ideoloji’ haline getirmeyi denerken, Halife Me’mun halka Mu’tezileciliği dayatmayı kalkıştı. İkisi de başarısız oldu. Çünkü halk neyi nasıl düşünmesi gerektiğine devletin karar vermesini kabul etmedi…”

 “En iyi yaklaşım, temel hak ve özgürlükleri merkeze alarak, görüş ayrılıklarından doğan sorunları barış içinde, insanların tercih haklarına saygı göstererek çözmeye çalışmaktır. Demokrasi bu konuda müracaat edebileceğimiz en iyi beşeri sistemdir.”

 “Ben ‘Batılı demokrasiler ve Batılı olmayan demokrasiler’ diye bir ayrım yapmıyorum. Bu anlayış bizi yanlış yönlendirir. ‘Değişik bir demokrasi’den bahsedenlerin çoğu, gizliden gizliye despotizmi savunan kimselerdir.”

 “… Özeleştiriye dayanan demokrasinin en büyük avantajı, kendi kendisini düzeltmeye ve her daim yeniden yapılanmaya hazır olmasıdır… Batılı demokrasilerde yaşanan sorunlara vurgu yaparak, kendi ülkelerimizdeki demokrasi eksikliğini veya despotizmi mazur göstermeye çalışmamalıyız…”

(Hakan Albayrak, Yeni Şafak,12.03.1997).

Münir Ebul Fazl

ABD’de genç Müslüman entelektüeller tarafından çıkarılan “The Minaret” dergisi yazarlarından

“Din her görüş gibi insanlarca benimsenir… Dolayısıyla, insanların görüşlerine değer veren demokratik bir devlette din siyasetten ayrılamaz. Söz konusu insanlar da siyaset sahasında kendi dini kanaat ve hislerine göre hareket edeceklerdir. Din, bu durumda, halkın istekleri yönünde kendini siyaset sahasında belli eder, devlet ise halkın istek ve tercihlerini ortaya koymasına vasıta olmaya çalıştığı için, halkın tercihi din olduğunda, din ile ilgilenmeye başlar. Ancak bu devletin dinin sözcüsü ve temsilcisi olması anlamına gelmez.

“Bu açıdan bakılırsa, din ve siyaset arasında kesin bir ayırım yapmaya çalışmak zorlayıcı, diktatörce bir davranıştır…”

“Devlet bütün vatandaşların temsilcisi olduğundan, herhangi bir ideoloji adına, diğer ideolojileri sansür edemez.  Kendi içinde tüm ideolojilere karşı tarafsız kalır, fakat halk neyi istiyorsa ona taraf olur. Dolayısıyla devletin dinden ayrı olması, sadece ve sadece halkın tercihlerine bağlı olması anlamındadır; halkın tercihleri dini yönde de olabilir, aksi yönde de.”

“Din çoğunluğun tercihi olduğunda, devlet halkın dinin gerektirdiklerini her sahada yaşayabilmesi için elinden geleni yapmak zorundadır…”

“ … Devlet İslam’ı değil, Müslüman halkı temsil eder. Ve aslına bakılırsa hiç bir devlet, grup veya fert İslam’ı temsil edemez. İslam kendini temsil eder.”

“… Toplum kendileri öyle yaşamak istediğinden Müslüman’ca yaşar, yoksa devlet ya da devlet başkanları istediği için değil. Dahası İslam herhangi bir lider veya şahsın temsilciliğini kabul etmeyecek kadar yüce bir dindir. Allah insanları inanmaya zorlamazken, nasıl olur da bir insan kendinde zor kullanma hakkı görür?”

 (Ruşen Çakır, Milliyet, 28.02.1995).

Bu örneklere, yine Türk basınından adını duyduğumuz Avrupa İslam Konseyi Başkanı Salim Azzam’ı,  Lübnanlı kadın yazar ve üniversite rektörü Mona Haddad Yakan’ı,   Cezayir İslami Hareketin lideri Mahfuz Nahnah’ı,  Kahire Üniversitesi İslam ve Batı felsefesi profesörü Hassan Hanefi’yi ekleyebiliriz.

Dünyaca ünlü Pakistanlı bilim adamı Fazlur Rahman (1919-1990)’nın da, vekaletnamesini halktan, yani Müslüman ümmetinden alan devletin zorunlu olarak demokratik olması gerektiğini söylediğini biliyoruz. 

03.05.2010
 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et