“AKP iktidarının eveleme geveleme şansı çoktan bitmiştir. Katilsiniz. Eliniz kanlıdır. Yüzünüzden ağzınızdan her yerinize kan sıçramıştır. Ve en büyük terör destekçisi olduğunuz ortaya çıkmıştır. Yurtiçinde yurtdışında terör anlayışını halka dayatan zihniyet olduğunuz ortaya çıkmıştır. Her gün onlarca genci katleden, taş attı, slogan attı diye infaz eden devlet, Ankara’nın göbeğinde büyük bir katliama imza atmıştır. (…) [B]u alçakların önünde asla diz çökmeyeceğiz. (…) Sizin gibi alçaklardan korkmayacak, onurlu direniş geleneğinden gelen halklar var karşınızda. (…) Bu alçaklık karşısında vicdanı olanların kenetlenmesi gerekiyor. Bizim alçaklarla bir arada yaşama, dayanışma gibi isteğimiz yoktur. (…) Haysiyetini yitirmiş olanlarla birlikte yaşam da olmaz (…) Bu devletimizin, milletimizin birliğine yapılan saldırı değil, devletimizin halkımıza yaptığı saldırıdır.”
Demirtaş daha on gün önce bu dehşetengiz suçlamalarla saldırmıştı AK Parti’ye.
On gün sonra ise, “Ankara katliamının katilleriyle”, “alçaklarla” “haysiyetini yitirmiş olanlarla” koalisyon yapabileceklerini açıkladı.
Siyasette U dönüşleri çok gördük ama bu kadar keskinini hatırlamıyorum doğrusu.
Dünkü Cumhuriyet’te yer alan açıklamayı okuyan HDP seçmenlerinin nasıl sersemlediklerini hayal edebiliyorum. AK Parti’yi yıkma uğruna, denize düşen yılana sarılır misali HDP’ye sarılan “stratejik HDP”lilerin yaşadıkları hayal kırıklığını ve aldatılmışlık duygusunu da… “AK Parti’yle koalisyon yaparım” diyen bir Demirtaş’ın onların nezdinde zerre kadar değeri kalmayacağı malum.
Peki ne oldu da yapıldı bu şaşırtıcı U dönüş?
Bazı tahminlerimiz var elbette.
Dış destek konusunda hayal kırıklığı yaşayan ve barutu tükenen PKK, HDP’ye “Sen yine yavaş yavaş AK Parti’ye yanaşmaya çalış, biz bitiyoruz” talimatı vermiş olabilir mesela…
Gittikçe azıtan AK Parti düşmanlığının Kürt sokağında (özellikle son seçimlerde HDP’ye kayan muhafazakâr Kürt seçmenler arasında) yarattığı hoşnutsuzluk ve itirazdan korkulmuş, Zana’nın son açıklaması bir ikaz alarmı gibi okunmuş olabilir.
7 Haziran’daki emanet oyların yüzde 1’i bile geçmediği; bu seçimlerde – baraj sorunu olmadığına göre – oranın daha da düşeceği öngörülmüş, dolayısıyla AK Parti düşmanı bir avuç beyaz Türk’ün oyu uğruna geniş Kürt tabanda oy kaybetmek akılsızca görülmüş olabilir.
Bakalım, önümüzdeki günlerde daha iyi anlarız.
Tahir Elçi meselesi
“PKK terörü yöntem olarak kullanan siyasi bir örgüttür ama terör örgütü değildir” lafı hiç de yeni bir laf değil. Uzun zamandır birçok yazar –çizer kanaat önderi tarafından “durumu idare etmek için” kullanılıyor.
Bana göre, laf cambazlığından başka bir şey değil.
Bu fikirle polemiğe girebilirsiniz; ciddiye alacak bir tarafını görmez, “Hadi canım sen de” der geçersiniz; siyaseten mahkûm edersiniz. Ama bu cümleden terör örgütünün propagandası çıkaramazsınız. Yapılan şey tüylerinizi diken diken etse de, sonuçta bir değerlendirmedir ve hiç tartışmasız ifade özgürlüğü kapsamı içindedir. Tıpkı bazı çevrelerde yapılan “IŞİD terör örgütü değildir, bir devlet modelidir” değerlendirmesi gibi…
Eğer buradan terör propagandası çıkarmaya kalkarsanız, Çözüm Süreci’nin başından bu yana Öcalan hakkında hayırhah laflar etmiş nice aydını da yargılamanız gerekir.
Alt tarafı fikrini söyleyen bir hukukçuyu apar topar gözaltına almak, tutuklamak üzere mahkemeye sevk etmek, sonuçta tutuksuz olarak yargılanmasına karar vermek, yurtdışı yasağı koymak… Bütün bunlar çok vahim şeyler. Unutmayalım ki, Kürt sorununun siyaset platformunda çözümüne evet derken, bundan çok daha “rahatsız edici” tartışmaların ve taleplerin (örneğin bölünmeyi savunmanın) serbestçe ortaya konulmasına evet demiş oluyoruz.
Böyle basit bir meselede eski refleksleri tekrarlarsak bunu nasıl başaracağız?
Şu ifade özgürlüğü denen şeyi içimize sindirmek için psikiyatride davranışçı ekolün önerdiği tarzda tedavi mi göreceğiz, yoksa toplu rehabilitasyon seansları mı düzenleyeceğiz, bilmiyorum. Ama bir şeyler yapmamız gerektiği açık.