Her plan bir öncekine göre daha da korkunçlaşıyor. Zaman ilerledikçe ve çaresizlikleri arttıkça cuntacıların gözlerini iyice kan bürüyor.
28 Şubat yıllarındaki andıçları hatırlayın: Bazı tutukluların ifadesine ek cümleler ilave ederek üç gazeteci arkadaşımıza iftira atmak o zamanın andıçlarının en ileri gidebildikleri noktaydı.
Bir de deşifre olan son plana, Kafes’e bakın: Müzede çocuk katliamı! Soğukkanlı katiller Koç Müzesi’ndeki denizaltıda patlatacakları bombanın maksimum hasar vermesi için büyük öğrenci gruplarının müzeye geliş tarihleriyle ilgili soğukkanlı ön araştırmalar yapıyorlar.
Tanrım! Bu resmen bir delilik hali değilse nedir?
İktidar denen şey bu kadar mı tatlı?.. Bu kadar mı vazgeçilmez?.. Bir zamanlar, kutsal saydığı bir görev için; vatanı korumak için gururla askeri okulun yolunu tutan o Anadolu çocuklarını o vatanın evlatlarını topluca katletme planları yapan cuntacı generallere dönüştürebilecek kadar korkunç bir tutku mu bu güç tutkusu?..
28 Şubat’tan birkaç yıl sonra yazdığım bir yazıda, o dönemin popüler darbecilerinden Özkasnak için şöyle demişim:
“Özkasnak, benim ve benim gibilerin ülkemizi sevmediğimizden, onun iyiliğini istemediğimizden emindi. Bense Özkasnak’ın aksine, onun ülkesini sevmediğini hiçbir zaman düşünmedim. Aksine, eminim ki çok seviyordu. Ama öyle yanlış seviyordu ki, severken neredeyse öldürüyordu.”
Şimdi, deşifre olan bütün o kanlı planlardan sonra nasıl da naif geliyor bu satırlar.
Hayır, artık bu “tür”ün herhangi bir çeşit yurt sevgisi hissettiğine, hissedebileceğine inanmıyorum. Bütün o hunhar cinayet planlarını “uçurumun kıyısına gelen ülkeyi kurtarmak için”, mecburen, içleri kan ağlayarak yaptıklarını düşünecek kadar saf değilim artık.
Onlar sadece kendilerini seviyorlar ve kendi iktidarlarını, kendi askeri cumhuriyetlerini, kendi güçlerini… Bu halkın tepesine tüneyip ali kıran baş kesen olmayı seviyorlar; bir sözleriyle bütün ülkeyi hizaya getirmeyi, hizaya gelmeyene haddini bildirmeyi seviyorlar. Ne pahasına olursa olsun ülkenin efendisi olmaya devam etmek istiyorlar. Ve bu güç ellerinden kayar gibi olduğunda böyle çıldırıyorlar…
Aklı başında (!) rejim düşmanlarına karşı mücadele stratejileri geliştirmek daha kolaydır; çünkü onların da dünyayı, Türkiye’yi, kendi güçlerini doğru tahlil edecekleri, kendi çıkarlarına uygun davranacakları varsayımıyla hareket eder, ona göre planlar yaparsın.
Ama karşında rasyonel düşünmeyi çoktan unutmuş bir grup çılgın varsa ne yapabilirsin ki?
X x x
Neyse ki, iki süreç birlikte işliyor.
Darbeciler çılgınlaştıkça ordu içinde bu çılgın gidişten rahatsız olan, bu deliliğin mutlaka önlenmesi gerektiğini düşünenler de artıyor. Ve biz onlar sayesinde o çılgın planlardan neredeyse anında haberdar olabiliyoruz. Geliştirilen hiçbir güvenlik önlemi vatansever subayların işlenen suçları bizlere duyurmasını engelleyemiyor. Kurulan yeni gizlilik zincirleri daha kurulduğu anda kırılıyor. Tuzaklar kuranların elinde patlıyor.
Ama bir şeyi unutmayalım: Bize bu haberleri ulaştıranlar bunu hayatlarını tehlikeye atarak yapıyorlar ve eğer kelle koltukta sızdırdıkları bu bilgilerin yeterince kullanılmadığını, gereğinin yapılmadığını hissederlerse hiçbir şeyin değişmeyeceğini düşünüp umutsuzluğa kapılabilirler. “Ne haliniz varsa görün” deyip kabuklarına çekilebilirler.
Bugün bizi bekleyen en büyük tehlike bu delilik halinin kanıksanmasıdır. Toplum kanıksamaya başladı mı basının es geçmeye yönelmesi, iktidarın ipe un sermesi işten bile değildir.
Kafes’in deşifre olmasından sonra ortaya çıkan tablo böyle bir tehlikeyi işaret ediyor. Basının büyük kısmı haberi görmezden geliyor; hükümet geçiştiriyor. Büyük bir travma yaratması gereken haber “işte bir tane daha” kanıksaması ile karşılanıyor.
Bu mudur böylesine cani bir planın yaratması gereken tepki?
“Delilikle bir arada yaşamaya” alışmak üzere miyiz?
Unutmayın, Taraf tek başına kurtaramaz bu ülkeyi…
Bugün, 22.11.2009