İnsan değer taşıyan bir varlık olduğundan, yeni nesiller büyükleri tarafından bilinçli veya bilinçsiz bir değer aktarım sürecine tâbi tutulur. Buna sosyalleşme denir. Bazı mahzurları olduğu iddia edilse de, sosyalleşme hem çok fayda sağlar hem de kaçınılmazdır.
Değer aktarmada en önemli vasat aile. Çocuklar okul çağına gelene kadar değer aktarma süreci önemli ölçüde tamamlanır. Dinler de, bir taraftan değerlere kaynaklık yapmada, diğer taraftan değerleri yeni nesillere aktarma ve benimsetmede en önemli sosyal kurumlardan biri.
Açık toplumlar birer değer çoğulluğu vasatıdır. Sivil toplumda birçok değer sistemi bir arada yaşar. Ortak yaşayış, zamana ve zemine bağlı olarak, yakınlık ve flört kadar rekabet ve çatışmayı da kapsar. Barışçıl ortam, usul kurallarına uyulduğu sürece, varoluşsal imkânsızlığa yol açacak çapta problemler doğmadan sürer gider. Ancak, kimi değer sistemlerinde, diğer değer sistemlerini tasfiye etme ve kendini bütün topluma egemen kılma arzusu mevcuttur. İşte bu noktada, en geniş kamusal organizasyon olan devleti bunun aracı yapma arayışı devreye girer. Devleti, dinî değer sistemleri kadar seküler değer sistemleri de kullanmak ister. Açık toplumda doğal, sivil ve barışçıl bir süreç olan değer eğitimi, devletin el atmasıyla tek tipleştirme ve baskılama aracına dönüşür.
Muhafazakâr politikacıların dindar nesiller yetişmesini istemesi, kastedilen sivil toplumda çocuklarını dindar olarak yetiştirmek isteyenlerin önüne devletin engeller çıkartmamasıysa, olağan karşılanmalı. Tabiî, buradaki dindarlığın sadece Sünni Müslümanlığı değil, küçük büyük tüm dinlere ve inançlara bağlılığı ihtiva edecek biçimde anlaşılması şartıyla. Elbette, değer eğitimi serbestliği bir dine dayanmayan değer sistemlerini de kapsayacaktır. Bu hâliyle değer eğitimi toplumdaki değer çoğulluğunu yansıtacaktır. Bunun olabilmesi için devletin değer eğitimine burnunu hiç veya çok sokmaması ön şarttır. Yani bu alanda devletin görevi negatif bir pozisyon almak, pozitif pozisyon alacaksa ayrımcılık yapmamaktır. Kastedilen devletin tek değer sistemini esas alarak nesiller yetiştirmesiyse bu kabul edilebilecek bir politika olamaz. Böyle bir eğitim politikası toplumda barışı değil, çatışmayı teşvik eder.
Dindar nesil yetiştirme talepleri etrafında yapılan tartışmalara bakıldığında şunları tespit etmek mümkün. İlk olarak, bu tür sözlere bazen abartılı tepkiler gösteriliyor. Bu görüşte olanların konuştuklarına pişman edilmesi yerine sözleri tartışmaya açılmalı. İkincisi, eleştirilerin bazen din düşmanlığına dönüşmesi. Demokrat pozisyon din ve vicdan özgürlüğünü tanır ve din eğitimini bunun bir parçası olarak görür. Dahası da var; akıllı ve mantıklı bir demokrat, kendisi inanmasa da, dinin en önemli ‘sosyal sermaye’ unsurları arasında yer aldığını bilir. ‘Sosyal sermaye’ bileşeni olarak dinler sadece dindarların değil, tüm toplumun ortak varlığıdır. Demokratın karşı çıkacağı şey din değil, dinî kaynaklı fanatizmi de kapsayacak şekilde her tür fanatizmdir.
Son olarak, dindar nesil taleplerine eleştiri getiren herkes bir samimiyet ve tutarlılık testinden geçmek zorunda. Gerçek demokratlık, değer eğitiminde devlet tekelciliğine karşı çıkmayı gerektirir. Devletin bir dine dayanan bir değer sistemini yeni nesillere dayatması ne kadar yanlış ve haksızsa, seküler değer sistemleri için bunu yapması da aynı derecede haksız ve yanlıştır. Bu ülkede demokrat olduğunu iddia eden bazıları şimdiye kadar eğitim sistemindeki ideolojik dayatmacılığa hiç tepki vermedi. Çocukların anaokulundan üniversiteye kadar Kemalist endoktrinasyona maruz bırakılmasına itiraz etmedi. Militarist, aklın gelişmesini engelleyen, his ve heyecanları bile kontrol etmeyi hedefleyen ders ve ritüellere eleştiri getirmedi. Dinî değerleri de kapsayacak şekilde çoğulculuğu savunmadı. Bu yüzden, böylelerinin demokratlığı da özgürlükçülüğü de hiç inandırıcı görünmüyor.
*Daha önce yayınlanmış bir yazımın gözden geçirilmiş hâli.