O yüzden bugün de devam edeceğim. Tabii tartışmamızın, köşelerimizin okur kitlesinin ilgi alanı içinde kalmasına özen göstererek…
Önce, liberalizmin ne olup olmadığından başlayalım.
Taşgetiren liberalizmin bir dünya görüşü olmadığını, olsa olsa bir yöntem, bir tutum, bir özgürlük yorumu olduğunu söylüyor.
Doğrusunu isterseniz, liberalizmin ne olduğu liberaller içinde de tartışmalı bir konu. Bazı liberal düşünürler liberalizmin bir ideoloji olmadığını savunuyor. İdeoloji deyince kesin olarak sınırları belirlenmiş, donmuş, değişmeye ve ilerlemeye açık olmayan bir fikir veya fikirler demeti akla geliyor. Oysa liberaller, liberalizmin böyle “içtihat kapısı kapalı”, dogmalaşmış bir düşünce akımı olmadığını düşünüyorlar. Bazı teorisyenler ise liberalizmin sosyalizmle birlikte modern zamanların en etkili ideolojisi olduğu düşüncesinde. Liberalizmi bir ideoloji olarak kabul edip “sert ideoloji-yumuşak ideoloji” ayrımı yapanlar ve liberalizmi yumuşak ideoloji sınıfına sokanlar da var. Ama özgün bir teorisi, temel ilkeleri, felsefesi olan, kapsamlı iktisadi ve siyasi görüşleri bulunan liberal düşünceyi bir “yöntem” ya da “tutum”olarak niteleyen yok.
Ama ben bu terminoloji tartışmasını uzatmak niyetinde değilim. Benim için tartışmamızın can alıcı noktası hâlâ liberalizmin “fazlasının” da tıpkı milliyetçiliğin, mezhepçiliğin ya da jakobenliğin fazlası gibi parçalayıcı olup olmadığı…
“Azı karar çoğu zarar” mı?
Taşgetiren bir siyasi partinin iktidara geldiğinde ülkeyi kendi doğrularını önceleyerek yönetmesinin doğal ve kaçınılmaz olduğunu söylüyor.
Tek tek insanlar da, partiler de elbette değer taşıyan varlıklardır. Değerlerinden arınmış bir insan olamayacağı gibi ülkeyi yönetirken tüm değerlerinden arınan bir siyasi parti de olamaz. Kritik nokta, partinin o değerleri topluma dayatıp dayatmadığıdır. Zira değer dayatmanın başladığı yerde parçalanma da başlar.
Kimi değer sistemlerinde özellikle de keskin ve radikal olanlarında diğer değer sistemlerini tasfiye etme ve kendini bütün topluma egemen kılma arzusu potansiyel olarak vardır. Taşgetiren’in sıraladığı etnik milliyetçilik, otoriterlik ya da mezhepçilik böyle değer sistemleridir. O yüzden de bunların azı karar çoğu zarardır denemez.
Otoriterliğin, mezhepçiliğin birazı iyidir ama aşırıya kaçmamak gerek ya da etnik milliyetçiliğin de kararında kalmak kaydıyla faydası vardır gibi bir düşünce doğru değildir. Bu değer sistemlerinin azı da çoğu da parçalayıcıdır. Azı daha az, çoğu daha çok parçalar. Liberallik ise ne kadar çok olursa, partinin bütünleştirici vasfı o kadar artar. Çünkü liberalizm diğerlerinin tam tersine farklı değer sistemlerinin sivil toplum içinde özgürce bir arada var olabilmesini savunur. Onun “dayattığı” tek değer bireyin özgürlüğüdür.
Liberalliğin olmazsa olmazları
Ahmet Bey benim “liberallikle ilgisi olmayan birçok insana liberallik yakıştırılıp sonra da onlar üzerinden liberalizm eleştirisi yapıldığı” cümleme de takılmış. “Liberallikle ilgisi olmayan” tanımını yapmanın bile bir “doğru dayatmak” olduğunu ve çok da liberal bir davranış olarak görülemeyeceğini söylüyor.
Liberalizmi basit bir yöntem ya da içine ne koysan kaldırır bir torba gibi algılayınca bir çelişki varmış gibi görülebilir elbette. Oysa liberalizm (farklılıklar içerse de) temel ilkeleri olan bir düşünce akımıdır ve liberal olmanın olmazsa olmazları vardır. Örneğin, ekonomide serbest rekabeti savunmayan biri liberal olarak tanımlanamaz, o kendini öyle tanımlasa bile ya da temel hak ve özgürlüklerden bir kısmını savunup bir kısmını savunmayan kişiye liberal denmez.
Bir liberal, başkalarına liberal değerleri benimsemesini dayatmaz elbette ama liberal olmayana “liberal değil” demek nasıl bir dayatmadır, anlayamadım doğrusu…
Bugün, 15.09.2012