Davutoğlu’nun Kaşgar ziyareti ve değişen Türk-Çin ilişkileri

Bir yıl önce kopma noktasına gelen Türk-Çin ilişkileri, son aylarda artan karşılıklı üst düzey diplomatik ziyaretlerle hızla gelişiyor.

Ekim ayı başında Ankara’ya resmî bir ziyaret gerçekleştiren Çin başbakanının ardından, bugünlerde Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, beraberindeki işadamlarıyla birlikte bir hafta sürecek kapsamlı bir ziyarette bulunuyor. Ankara’da imzalanan ve ulaştırmadan enerjiye kadar uzanan geniş kapsamlı sekiz antlaşmaya ilave olarak, şimdi iki ülke arasında stratejik işbirliği konseyini kuracak yeni bir antlaşmanın imzalanması bekleniyor. Türk ve Çin hava kuvvetleri arasında geçen ay Konya’da gerçekleştirilen Anadolu Kartalı tatbikatının gösterdiği gibi, iki ülke arasındaki ilişkiler giderek hem derinleşiyor hem de çeşitleniyor. En önemlisi ise iki başkentteki siyasi elitler arasında artık siyasi güvenin tesis edilmiş olmasıdır. Bunun en önemli göstergesi ise iki ülke arasındaki en çetrefilli konuyu oluşturan Uygur Türkleri konusunda ulaşılan karşılıklı anlayıştır.

Pekin ve Ankara, Uygur sorunu üzerinden gerginliği sürdürmek yerine, küresel sistemin yeniden yapılanma sürecinin kendilerine sunduğu işbirliği fırsatlarına odaklanmalarının çok daha önemli olduğunun farkına varmış görünmektedir. Pekin için Ankara ile kurulacak siyasi ve stratejik ilişkiden beklenen en önemli somut faydalardan biri, Doğu Türkistan’ın istikrarının sağlanmasında Türkiye’nin desteğinin alınmasıdır. Zira Türkiye, Uygurlar konusunda kendisini tarih ve insanlık önünde sorumlu hissetmekte ve gerektiğinde Çin ile ilişkileri germe pahasına Çin’deki Müslüman azınlığın durumunu uluslararası platformlarda gündeme getirmekten çekinmemektedir. Pekin’in Davutoğlu’nun Çin ziyaretine Kaşgar’dan başlamasına onay vermesi, Çin’in Uygurlar konusunda Türkiye’nin hassasiyetlerini anladığını ve bu konuda Ankara’ya güvendiğini göstermektedir. İki ülke arasındaki yeni modus vivendi, yani zımni siyasi mutabakat tam da bu olsa gerektir ki, Davutoğlu bunu “tarihin normalleştirilmesi” olarak nitelemektedir.

Çin’i Türkiye’ye yaklaştıran birkaç temel motiften söz edilebilir. Birincisi, Türkiye artık soğuk savaş şartlarındaki gibi dış politikası NATO tarafından belirlenen edilgen bir aktör değildir. BM Güvenlik Konseyi’nden İKÖ’ye, G-20’den CICA’ya kadar pek çok uluslararası platformda farklı aktörlerle bağımsız ilişki kurma potansiyeline sahip yükselen bir güçtür. Böyle bir ülkeyi karşısına almaktansa, birlikte hareket etmek Çin için stratejik bir tercih haline gelmiştir. Özellikle Mavi Marmara olayında Ankara’nın gösterdiği devlet refleksi ve İran nükleer krizinin aşılmasında Türkiye’nin Brezilya ile birlikte kotardığı nükleer yakıt takası antlaşması, Çin üzerinde önemli etki yaratmış gözükmektedir. Dahası, Çin’e yakın komşu alanlardaki Afganistan ve Pakistan’da devam eden ABD ve NATO’nun askerî operasyonları bölgesel istikrarsızlık adına Çin’i inanılmaz derecede rahatsız etmektedir. Hem Çin hem de Türkiye’nin yakın dostu ve müttefiki olan Pakistan’ın geleceği de Ankara ve Pekin’i işbirliğine zorlamaktadır. Zira istikrarsız bir Pakistan, Batılı güçlerin bu bölgedeki yerleşmelerini meşrulaştıran bir işlev görmektedir. Diğer yandan İran, Çin’in petrol ihtiyacını karşılamada önemli bir role sahiptir. Ankara ve Pekin, İran’a yönelik muhtemel bir ABD-İsrail saldırısını bölgesel barışa ve kendi enerji güvenliklerine yönelik ciddi bir tehdit olarak algılamaktadırlar. Oysa her iki ülke de dünyanın en hızlı büyüyen ekonomileri olarak barışa ve güvenilir enerji kaynaklarına ihtiyaç duymaktadırlar. Dolayısıyla Çin ve Türkiye arasındaki işbirliğinin ekonomik ve güvenlik anlamında son derece sağlam ve realist temelleri mevcuttur.

Uygur Türkleri: Çatışmanın değil, işbirliğinin zemini

Daha temelde Çin hükümetini Uygurlar konusunda Türkiye’ye yaklaştıran temel faktör ise bu bölgenin sahip olduğu jeopolitik ve stratejik özelliklerdir. Coğrafi olarak Doğu Türkistan, Çin’in Orta Asya’ya, hatta Batı’ya açılan kapısıdır. Bölge Moğolistan, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Afganistan, Pakistan ve Hindistan dahil sekiz ülke ile komşudur. Dahası bölge belki de Çin’in en önemli yer altı ve yer üstü kaynaklarına sahiptir. Resmî raporlara göre, bölge Çin’de bulunan toplam 168 maden çeşidinden 138’ine sahip. Bölgedeki petrol rezervleri Çin’in toplam rezervlerinin 1/3’ünü; doğalgaz ve taşkömüründe ise yüzde 40’ını oluşturuyor. Ayrıca Altay Dağları’nda altın madeni çıkarılırken, bölge uranyum gibi stratejik madenler bakımından da oldukça zengin. Tarımsal üretim bakımından da son derece verimli olan bölge, Çin’in kalabalık nüfusu için önemli bir gıda kaynağı durumundadır.

Öte yandan Rusya ve diğer Orta Asya ülkelerinden Çin’e uzanan petrol ve doğalgaz gibi enerji nakil hatları da buradan geçmektedir. Tam da bu nedenlerle Çin, bölgedeki Müslüman Türk nüfusun en küçük protesto eylemlerini dahi sert bir şekilde bastırmaktadır. Daha önce pan-Türkizmi en büyük tehdit olarak gören Çin yönetimi, 11 Eylül olaylarından sonra halkın kültürel taleplerini terörizmle özdeşleştirerek Batılı ülkelerin desteğini almaya çalışmaktadır. Deyim yerindeyse, bölgenin sahip olduğu doğal kaynaklar nedeniyle ekonomik gelişmesini sürdürebilmek açısından Çin, Doğu Türkistan’a “göbekten” bağlıdır. Ama aynı zamanda bölge Pekin’in “uyumlu toplum” (harmonious society) söylemini yalanladığı ve en kritik anlarda ayaklanmalar baş gösterdiği için Çin’in yumuşak karnını da oluşturmaktadır. Oysa Türkiye son yıllarda Müslüman halklar nezdinde yükselen bir imaja sahiptir. Bu nedenle Türkiye’nin Uygur sorununun insani temelde ve Çin’in toprak bütünlüğü çerçevesinde çözülmesi gerektiğine ilişkin tutarlı politikası Çin tarafından da kabul görmektedir ve Pekin, Türkiye’nin bu yumuşak gücünden faydalanmak istemektedir.

Türk insanının tarihÎ sorumluluğu

Çin yönetimi Türkiye’nin bölgeyle olan tarihsel, dinî ve kültürel bağlarını anlamaktadır. Artık Pekin, Türkiye’nin devlet ve özel sektör eliyle Doğu Türkistan’a girmesine de olumlu bakmaktadır ve bu fırsat değerlendirilmelidir. Bu çerçevede öncelikle, Türk işadamlarının en kısa zamanda Urumçi, Kaşgar ve Turfan bölgelerine yönelik iş seyahati düzenlemeleri yerinde olur. Bölge her türlü yatırım için bakirdir. İkincisi, özellikle gıda, tekstil ve inşaat alanında yatırım ve iş imkânları son derece geniştir. Urumçi’deki inşaat faaliyetleri bile Türk müteahhitlik sektörüne yeni açılımlar sağlayacak boyuttadır. Ayrıca karayolu inşasında, havaalanı işletmeciliğinde ve petro-kimya alanında iş yapan firmalar için bölgede önemli yatırım fırsatları vardır. TİM, DEİK, TÜSİAD, TUSKON gibi ilgili kuruluşlar bölgeye yönelik iş ve yatırım imkânları için projeler geliştirmelidir.

Öte yandan bölge ile sürekli bir işbirliği için ulaşım kolaylığı çok önemlidir. Davutoğlu’nun ziyareti sırasında bir an önce İstanbul-Urumçi arasındaki uçak seferlerinin başlatılması için mutlaka Çin’le anlaşma yolları aranmalıdır. İstanbul-Urumçi arası doğrudan uçuşla yalnızca beş saattir. Dahası, düzenli uçak seferleri karşılıklı ticareti ve turistik ziyaretleri de artıracaktır. İlişkiler geliştikçe, yatırımlar arttıkça Uygur halkının ekonomik durumu da düzelecektir. Ekonomik yoksulluk ve siyasi baskı nedeniyle bunalan bölge halkı için Türk şirketlerinin oralardaki varlığı onları psikolojik olarak da rahatlatacaktır. Kalıcı işbirliği ve pozitif bir anlayış için eğitim ve kültür alanında da işbirliği imkânları geliştirilmelidir. Örneğin Türk ve Çin üniversiteleri arasında karşılıklı değişim antlaşmaları imzalanıp, eğitim bursları ihdas edilebilir. Diğer yandan tarihî ilişkilerin canlandırılması açısından, şehirlerimiz arasında kardeş şehir antlaşmaları da yapılabilir. Örneğin Kaşgar ile Konya, Urumçi ile Bursa, İstanbul ile Şanghay kardeş şehir ilan edilebilir.

Kısacası, bugünlerde Çin ile Türkiye arasında gelişen iyi ilişkiler ve karşılıklı güven ortamına dayanarak, Türk insanı genel anlamda Çin ile özelde ise kardeş Uygur halkının yaşadığı coğrafya ile her düzeydeki ilişkilerini geliştirmelidir. Böylece yüzlerce yıldır kopuk olan halklar arası iletişim de yeniden kurulacaktır. Unutmayalım ki; Türk dünyasının da İslam dünyasının da Doğu’daki jeopolitik sınırı bu bölgedir ve Çin ile açılan kanalları kullanarak İstanbul ve Kaşgar’ı yeniden buluşturmak bizim için tarihî bir sorumluluktur.

Zaman-Yorum, 01.11.2010
 

 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et