Son birkaç hafta içinde, darbe yapma ve darbeye ortam hazırlama yolundaki yasa dışı faaliyetlerle ilgili çarpıcı bilgiler ve deliller ortaya çıktı. O kadar ki, artık bu tür anti-demokratik çabaları görmezden gelme, üstünü örtme; bunlarla ilgili soruşturma ve davaları sulandırma ve toplumdan gizleme gayretlerinin ne insafa ne de ahlaka sığdırılması mümkün.
Buna rağmen, medyanın ve siyasetin belli kesimleri eski mevzisinden bir santim olsun uzaklaşmış değil. Aynı itirazları ve tezleri allayıp pullayıp tekrarlamakta. Yeni bilgilerin ve delillerin ışığında bunlara bir göz atalım. Her iddiayı tek tek ele alıp cevaplandıralım.
Birinci iddia: Türkiye’de darbe tehlikesi yoktur.
Birinci cevap: Bir ülkede darbe ihtimalinden ve tehlikesinden ikide bir söz edip durmak üzüntü verici bir durum. Ancak, bu boşuna yapılmıyor. Darbe tehlikesinin ciddiyet derecesini anlamak için yapılması gereken, o ülkenin siyasi tarihine bakmaktır. Bu çerçevede biri Britanya, Hollanda, İsveç gibi ülkelerde darbe ihtimali olduğundan söz etse, ona gülüp geçmek gerekir; zira bu ülkelerin son yüzyılında (ve hatta daha öncesinde) böyle bir olay vuku bulmamıştır. Biri İspanya, Portekiz, Yunanistan gibi ülkelerde darbe olabileceğini dile getirse, olabileceğine ihtimal vermemiz gerekir(di), zira bu ülkelerin yakın tarihi darbelere şahit olmuştur. Biri Türkiye, Pakistan gibi ülkelerde darbe ihtimalini dile getirse, bu sefer darbenin mümkün ve muhtemel olduğunu kabul etmek lazım gelir, çünkü bu iki ülkenin yakın tarihi bir darbeler tarihidir. Dolayısıyla, tarihin şahitliğinin bir önemi varsa, Türkiye’de bir darbe ihtimalinin her zaman var olabileceğini söylemek icap eder.
İkinci iddia: Son zamanlarda ortaya saçılan belgeler ve planlar darbe olacağını göstermez. Bunlar uydurmadır. Akla ve mantığa aykırıdır.
İkinci cevap: Bilgi ve belgelerin uydurma olduğu iddiasına artık TSK yönetimi dahi inanmamaktadır. Medyanın ve siyasetin malum çevrelerinin hâlâ bu teze sarılması tuhaf. Asıl darbe planlarının uydurma veya akla aykırı olduğu tezi akla ve mantığa aykırı. İnsanların tüylerini ürperten suikast ve toplu cinayet planları, aklını elindeki silaha rehin veren militarist zihniyetin doğal tezahürüdür. Dünyanın militarizme teslim olmuş her ordusunda benzer planlar yapılabilir ve uygulanabilir. Uygulanmıştır da. Militaristler haklılıklarını kanıtlamak ve toplumu manipüle etmek için rahatlıkla insan öldürebilir ve sonra öldürdükleri insanlar için törenler düzenleyip anıtlar dikebilir. Militarist zihniyette bu “vatan savunması” (totaliter rejimlerde “rejim savunması”) uğruna katlanılması gereken fedakârlıktır. Türkiye’nin yakın tarihi bunun örnekleriyle doludur. Dolayısıyla, deşifre edilen planların mantıksal olarak militarizme uygunluğundan şüphe edemeyiz.
Üçüncü iddia: Darbeler emir–komuta zinciri içinde olur. Kuvvet komutanları ve GKB istemedikçe darbe olmaz. Bu yüzden münferit kişilerin ve küçük grupların varlığı yokluğu tartışmalı teşebbüslerini darbe girişimi olarak görmemek gerekir.
Üçüncü cevap: Darbeler, ister ordu içindeki cuntalar isterse emir–komuta zinciri içinde tüm ordu tarafından yapılsın, gayri meşru, gayri ahlaki ve gayri kanunidir. Dolayısıyla, emir–komuta zinciri içinde de yapılsa kınanması gerekir. Tarihimiz darbelerin her zaman hep emir–komuta zinciri içinde yapılmadığını göstermektedir. 27 Mayıs ayaklanması bunun en iyi örneğidir. Türkiye 27 Mayısçıları cezalandıramamakla darbeleri sistemin başında sallanan bir Demokles kılıcı haline getirmiştir. TSK da kendi içine giren darbecilik virüsünü tedavi edeceği yerde bütün bünyeye yaymıştır. Bugün TSK ne yazık ki ciddi bir şekilde hastadır. Bu hastalık tedavisi şikâyete bağlı bir hastalık değildir, resen takip ve tedavi edilmesi gerekir. Ancak, tedavinin başarılı olması hastanın istekli olmasına ve işbirliği yapmasına bağlıdır. TSK’nın bu tedaviyi kolaylaştırması ülkenin de kendisinin de yararınadır.
Dördüncü itiraz: Askerî vesayet kalkıyor ama onun yerini neyin alacağı belli değil. Hükümet üniformalı vesayetin yerine sivil vesayet rejimi kurmak istiyor.
Dördüncü cevap: Askerî vesayetin yerini başka bir şeyin alması gerektiğini düşünenler topluma güvenmeyen ve vesayet rejimini içselleştirenlerdir. Vesayet bir ihtiyaç değil bir sapmadır, olmaması gereken bir fazlalıktır. Bu yüzden askeri vesayet tasfiye edilmelidir. Askerî vesayetin alternatifi sivil vesayet değildir, bir başka grubun askerî-silahlı vesayetidir. Bir demokraside sivil vesayetten bahsetmekse anlamsızdır. Zaten vesayetin ana dayanakları silahlı bürokrasi ve yargı gücüdür. Mevcut hükümetin silahlı gücü ve yargı bürokrasisini bir vesayet sistemi kuracak derecede kontrol altında tuttuğunu söylemek zor. Son olarak, askerî vesayet fiili tehlikeyse sözüm ona “sivil vesayet” “potansiyel” tehlikedir. Fiili tehlikeyi defedelim, potansiyel tehlikeyle bundan edineceğimiz cesaret ve tecrübeyi kullanarak çok daha etkili şekilde mücadele edebiliriz.
Beşinci itiraz: Darbe planı yapmak, bu planlar fiiliyata aktarılmadıkça suç olamaz.
Beşinci cevap: Bu, darbe planı yapanların fiili durumuna bağlıdır. Bir akademisyen başka on akademisyenle oturup darbe planları yapsa, muhtemelen suç teşkil etmez. Ancak, elinde silah bulunan polisler ve askerler bu tür planlar yaparsa bu elbette suçtur. Çünkü darbe silahla olur ve silahlar onu elinde tutanlara toplum tarafından sıkı kayıtlarla verilmiş olsa da gayri meşru şekilde kullanılabilir.
Altıncı itiraz: Keşke darbeler olmasa. Ama darbeler durduk yere olmuyor. Normal şartlarda darbe olmaz. Politikacılar üzerine düşeni yapsa darbe olmaz.
Altıncı cevap: Darbeler her halükarda suçtur. Silahlı memurlar toplumun vasisi değildir. Topluma nasıl bir siyasi yapılanma teşkil edeceği ve nasıl bir hayat yaşayacağı konusunda talimat veremez. Toplum ordunun değil ordu toplumun emrindedir. Zaten on yıllardır yaşananlar darbeyi toplum nezdinde zorunlu ve meşru gösterecek ortamın bizzat darbeciler tarafından hazırlandığını kanıtlamaktadır.
Yedinci itiraz: Darbe soruşturma ve davalarında hukuka uyulmamaktadır. Bu suçla hukuk içinde mücadele edilmelidir.
Yedinci cevap: Bu mücadele özünde hukuki olmaktan önce siyasi bir mücadeledir. Hukukun hâkimiyeti de siyasi bir ilkedir. Türkiye önce siyasi olarak bir demokrasi ve hukukun hâkimiyetine saygılı bir ülke olup olmayacağına karar vermelidir. Sonra buna uygun bir siyasi yapılanma ve hukuk sistemi tesis etmelidir. Bu durumda asıl gözetilmesi gereken evrensel hukuktur. Demokrasilerde geçerli normlardır. İç hukuk buna uymadığı yerlerde Meclis tarafından tadil edilmeli yargıçlar tarafından öyle yorumlanmalıdır. Aksi takdirde, cari hukuk sistemini tesis eden militarizmin kendisi için sağladığı koruma bariyerleri aşılamaz.
Zaman, 05.03.2010