Başbakan Erdoğan’ın emekli Orgeneral Ergin Saygun’a yaptığı hastane ziyaretini, yine Erdoğan’ın kısa bir süre önce aynı konuda Kanal 24′te yaptığı açıklamayla birlikte değerlendirdiğimizde, iktidarın devam etmekte olan darbe davalarına ilişkin olarak ciddi bir tutum değişikliği içinde olduğu görülüyor.
Bu tutum değişikliğini nasıl okumalıyız?
Hafta boyunca bu konuda çok çeşitli yorumlar yapıldı. Olayı ilk sivilGenelkurmay Başkanı olan Necdet Özel’in elini güçlendirme çabası olarak görenler de oldu; Başbakan’ın MİT kriziyle birlikle alevlenen “yargıya güvensizlik” sendromuna bağlayanlar ve bu çıkışı da yargıyla arasına mesafe koyma çabası olarak okuyanlar da…
Belki ikisi de bir derece doğruydu ama bana kalırsa en güçlü ihtimal Başbakan’ın önümüzde uzanan süreçle ilgili olarak kendine koyduğu hedeflerdi.
Beyaz bir sayfaya evet ama…
Biliyoruz ki Erdoğan “seçimler süreci” başlamadan önce iki meseleyi halletmek istiyor: Başkanlık sistemini içeren yeni anayasayı çıkarmak ve PKK sorununu çözüp şiddeti bitirmek…
Yine biliyoruz ki, bu iki hedefe ulaşabilmek de AK Parti’nin kendi gücü dışında bazı güçlerle ittifak yapmasını; cepheyi genişletmesini ve daha geniş toplum kesimlerini kucaklamasını gerektiriyor.
Erdoğan’ın anayasayı değiştirmek ve başkanlık sistemine geçmek için BDP’ye -ya da Kürt oylarına- ihtiyacı var; bu oyları alabilmek için de, İmralı sürecini başarıyla tamamlamak zorunda.
İşte Başbakan darbe davaları konusunda yaptığı “açılım”la bir yandan bu davalar yüzünden huzursuz ya da kafası karışık kesimleri rahatlatıp onlara artık “hesaplaşma” döneminin kapandığı ve “kucaklaşma”döneminin başladığı konusunda mesaj veriyor; bir yandan da bu mesaj sayesinde, dağdakileri indirmek için bulunacak formüller konusunda kendi elini rahatlatıyor; bir başka deyişle iki taraflı bir siyasi affın zeminini yaratmaya çalışıyor.
Doğrusu ben de kendi payıma, Türkiye’nin artık bir toplumsal restorasyon dönemine ihtiyacı olduğunu ve ağır ağır da olsa bir af iklimine doğru ilerlemememiz gerektiğini düşünenlerdenim. Zira toplumlar da yorulurlar; toplumlar ilanihaye geçmişleriyle uğraşamazlar; ilanihaye birbirleriyle hesaplaşarak yaşayamazlar. Bir zaman gelir ki, artık bu hesaplaşmaların bitirilip, el sıkışma dönemine girme ihtiyacı hissedilir. Bu durum, hesaplaşmanın yapıldığı iki alan için de söz konusu…Yani Türkiye kamuoyu hem halka şiddet uygulayan PKK’yla hem de halkın iradesini silah zoruyla devirmeye çalışan darbecilerle“hesabını bitirmek” ve yeni bir aşamaya geçmek zorunda.
Ama!
Toplumsal barışı yeniden tesis edeceğiz derken, yapılan jestlerin ya da atılan adımların “suçluların iadeiitibarı” gibi algılanmamasını da sağlamak zorundayız.
Bu algı düzeltilmezse
Ne yazık ki, son günlerde art arda gelen açıklamalar ve jestler böyle bir algı uyandırmıştır. Şu anda, CHP başta olmak üzere, darbe davalarının baştan aşağı düzmece davalar olduğunu savunan bütün çevreler“sonunda tezlerinin kanıtlandığını”, “Başbakan’ın da kendi bulundukları noktaya geldiğini”söylüyorsa, “Başbakan sonunda hatasını anladı, özür diliyor” ya da “Şimdiye kadar aklı neredeydi” diye yorumlar yapılıyorsa, ortada bir hata olduğu bellidir.
Yargılamada birtakım hatalar yapılmış olsa bile, bu ülkede yargılanmakta olan darbe teşebbüslerinin gerçek olduğunu, bu davaların sağlam temele oturduğunu en iyi bilecek kişi Erdoğan’dır. Zira bu teşebbüsler bizzat ona ve partisine karşı yapılmıştır. Onun, bu davaların düzmece olduğunu düşündüğüne elbette ihtimal vermeyiz. Ama önemli olan Erdoğan’ın ne düşündüğü değil, söylediklerinin ya da yaptıklarının nasıl algılandığıdır.
O yüzden de şu anda yaratılan “her şey bir komploydu, masum insanlar mağdur edildi” algısının düzeltilmesi gerekir.
Eğer bu algı düzeltilemezse; bu jestlerin gerçek amacı anlatılmazsa, darbeci askerler muzaffer komutan edasıyla tahliye edilir ya da affa uğrarlarsa, Cumhuriyet tarihimizin en çetin demokrasi mücadelesi fiyaskoyla sonuçlanmış olur.
Bugün, 12.02.2012