Bilindiği gibi 28 Şubat Darbe Süreci demokratik bir hukuk devletinde kabulü mümkün olmayan siyasî ve toplumsal sonuçlara sebep oldu. Darbecilere göre bin yıl sürmesi beklenen süreç 5 yılını dolduramadı. Süreç güçlü bir halk desteği bulan Erdoğan ve Ak Parti’ye “çarptı”.
2012 yılında 28 Şubat Davaları süreci başladı. Sanıkların rütbeleri mahkeme kararı ile söküldü. Bazı darbeci sanıklar yaş haddi ve hastalık gibi gerekçelerle cumhurbaşkanının takdiriyle tahliye edildi. Bazı darbeci sanıklar ise cezasını çekmeye devam etmektedir.
Şimdiki gençler pek bilmez! Unutmuş olabilecekler veya “Erdoğan’dan önce her şey çok güzeldi”ciler için o günler hakkında çok kısa bir özet geçmekte fayda vardır.
Cumhuriyetin nispeten çoğulcu, özgürlükçü ilk kurucu meclisinde yer alan kurucu kadroları İkinci Meclis sürecinde büyük çoğunlukla tasfiye edildi. İkinci meclis ile birlikte Cumhuriyetin niteliği değişti.
Yeni Cumhuriyetin tek tipçi ve baskıcı niteliği karşısında başta Kürtler ve Müslümanlar olmak üzere bir bütün olarak halkı büyük bir eziyet bekliyordu. Cumhuriyet kurulmasına rağmen özellikle İkinci Meclis’ten sonra Cumhuriyetin nitelikleri demokrasi, özgürlükler, çoğulculuk, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi değerlerden oldukça uzaklaştı.
Dönemin bölgesel ve küresel etkileriyle Türkiye 1946 yılında çok partili hayata geçmiş olsa da Cumhuriyetin ruhu ve özü çok partili hayatın sonuçlarına hazır değil idi. Onlara göre halk doğru kararları alamaz! Bundan dolayı demokrasiye “mecburen” geçilmiş olsa da, bürokrasi ve askerler aracılığıyla siyasî irade kontrol edilmelidir.
Anlayacağınız Cumhuriyet demokrasiye geçmiştir. Ancak demokratik sürecin gerekleri olan ifade hürriyeti, çoğulculuk gibi değerler gelişeceğine bütün bu değerleri yok eden vesayet sistemi gelişmiştir. Yani Cumhuriyet’in temel niteliği demokrasi olamadı ama vesayet olmuştur.
Bu anlayış doğrultusunda Cumhuriyet’in ilk seçimlerinden sonra seçilen Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan gerçekleşen darbeyle siyasî tarihin kayıt edebileceği büyük bir alçaklıkla idam edildi. Sonrasında askerler darbe süreçleri ile seçilmiş hükümetlere ve sivil topluma “ayar” vermeyi kendisine görev bildi.
28 Şubat 1997 post-modern darbesi böylesi bir vesayet anlayışının çok doğal bir sonucu olarak gerçekleşti. Nitekim darbenin öncü askerlerinden dönemin TSK 2. Başkanı olan Çevik Bir “Demokrasiye balans ayarı yaptık” demiştir.
28 Şubat 1997 yılında askeri vesayetin komuta merkezi niteliğinde olan Milli Güvenlik Kurulu (MGK)’nun kararları ile başlayan ordu ve bürokrasi merkezli darbe süreci sonrasında dönemin başbakanı Erbakan Meclis’te destek bulamamış ve Refahyol Koalisyon Hükümeti dağılmıştır. Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit ve Hüsamettin Cindoruk üçlüsünün kurmuş olduğu yeni koalisyon hükümeti 28 Şubat kararlarını uygulamıştır.
Bu özetin ve yazının gerekçesi, post-modern darbenin yıl dönümünde geçmişi unutanlara ya da bilmeyenlere bir hatırlatma yapmak değildir; 27’inci yıl dönümünde ne darbecilerin, ne de bürokratik ve siyasi destekçilerinin bir pişmanlık duymamaları ve toplumdan özür dilememeleridir. Bir daha böylesi utanç verici olaylar yaşanmamalı deme fırsatının verilmiyor olması, pişmanlık ve utanç duymadıkları gibi pişkince açıklamalarda bulunmaları can sıkıcıdır ve bu yazının konusudur.
28 Şubat post-modern darbesinin bu yıl dönümünde gerçekleşen iki olaya bakmakta fayda var. Birincisi sürecin aktörlerinden Çetin Doğan’ın mektubu. İkincisi sürecin bir diğer aktörü olan CHP’li Genel Başkan’ın grup konuşmasındaki açıklamaları.
Darbenin 27’inci yıl dönümünde söz konusu karanlık günlerin faillerinden Çetin Doğan’a ait olduğu iddia edilen bir mektup yayımlandı gazetelerde. 28 Şubat 1997 sürecinin darbeci aktörlerinden dönemin orgenerali Çetin Doğan tutuklu bulunduğu Buca İnfaz Kurumu’ndan bir mektup göndermiş.
Mektubunda Erdoğan iktidarını demokrasilerde yeri olmayan totaliter bir rejim olarak tasvir ediyor. Kendisinin haksızlık ve hukuksuzluğa maruz kaldığını belirtiyor. Kendisini cezaevinde misafir olarak kabul ediyor. Dişlerini bir güzel öğüttüğünü belirtiyor. Bütün bu açıklamaların hangisinin diğerine göre daha tuhaf olduğunu belirlemek çok zor.
Darbeci bir generalin seçimle iş başına gelen bir hükümeti totaliterlikle suçlaması, Türkiye’nin demokrasiden uzaklaştığını ifade etmesi gereçten çok tuhaf. İnsanın aklı ile alay etmiyorsa hastalıklı bir ruh halinde olmalıdır.
Dişlerini öğüttüğünü açıklaması ise tam bir pişkinlik.
Kendisinin faili olduğu darbe sürecinin Türkiye’de siyasi, ekonomik, toplumsal birçok sonuçları olmuştur. Halkın seçtiği hükümet istifaya zorlanmıştır. Hükümette olan Refah Partisi kapatılmış ve birçok siyasetçiye siyasi yasaklar getirilmiştir. Sivil toplum kuruluşları, medya ve yargı üstünde büyük bir baskı oluşturmuştur. Yüksek yargı mensuplarına karargâhta talimatlar verilmiştir. Dindar insanların hak ve özgürlükleri büyük ölçüde kısıtlanmıştır. Başörtülü ve sakallı insanların eğitim başta olmak üzere kamuda çalışma hakları ellerinden alınmıştır. 1980 darbesinden sonra toparlanamayan Türkiye demokrasisi ikinci bir darbeyle karşı karşıya kalmıştır.
Bütün bunlara ve daha fazlasına sebep olan dönemin darbeci bir aktörü günün sonunda yazdığı mektupta dişlerini öğüttüğünü ifade etmiştir. Oysa pişmanlık duyması, utanması, vicdan azabı çekmesi, en azından özür dilemesi beklenir. Böylesi bir asgari insanî tutum eksikliği sadece adı geçen darbeci generalde değil; dönemin çoğu aktörlerinde bulunmamaktadır. Kimse pişman olmamıştır, utanmamış ya da özür dilememiştir.
Utanması ve özür dilemesi gereken bir aktör daha var ki onun açıklaması cezaevinde olan eski bir generalinkinden daha vahim. O da CHP Genel Başkanı Özgür Özel.
Darbe sürecinin 27’inci yıl dönümünü ilginç kılan sadece Doğan’ın mektubu değildir. Bu yıl dönümünde CHP’nin yeni Genel Başkanı Özgür Özel grup toplantısında 28 Şubat’ın cezaevinde olan sanıklarına af isteyerek selam verdi.
Özel darbenin 27’inci yıl dönümünde grup toplantısında yaptığı konuşmada darbecilere sahip çıktı. Cezaevinde kendilerini ziyaret ettiğini belirten Özgür Özel konuşmasında şunları demiş: “28 Şubat’ın başka mağdurları daha var. Şu anda 28 Şubat davasında içeride insanlar yatıyor. 84 yaşında Çetin Doğan yatıyor… O gün ne yaşandıysa yaşandı. Bir suçu bir günahı olmayan torununun yanında dizinin dibinde huzurlu nefese muhtaç o güzelim insanlar içeride.”
28 Şubat darbe sürecinin 27’inci yıl dönümünde darbeci Çetin Doğan’ın mektubu ve CHP’li Özgür Özel’in selamı insanı umutsuzluğa sürüklüyor. Değişen bir şeyin olmaması can sıkıcı. İnsan gönül rahatlığıyla bu ülkede bir daha 28 Şubat süreçleri yaşanmaz diyemiyor. Çünkü darbecinin kendisi yaptığından pişman değil; aksine haksızlığa uğradığını, dişlerini bilediğini ifade ediyor. Aynı günlerde ülkenin darbecilerle aynı ruh sağlığına sahip olan ana muhalefet lideri cezaevindeki darbecilere af istiyor, onları mazlum görüyor.
Yaptıklarından pişman olmayan, özür dilemeyen ve kendisini cezaevinde misafir görerek dişlerini öğüten bir darbeci generale sahip çıkan, ona af isteyen; üstelik aynı darbecinin sebep olduğu bir süreç için, “o gün ne yaşandıysa yaşandı” diyen bir ana muhalefet lideri ve partisinin bu tutumunun demokrasi, hak ve özgürlükler açısından olumlu bir karineye işaret ettiğini ifade etmek mümkün değildir.