Cuntacıları Temizlemek Yetmez, Cuntacı Zihniyeti Değiştirmek Gerek!

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un birkaç ay önce “kağıt parçası” olarak nitelendirdiği belgenin ıslak imzalı orijinali ortaya çıkınca, yani “AKP’yi ve Gülen’i Bitirme Planı”nın “orduyu yıpratmak amaçlı bir komplo” olmadığı anlaşılınca, beklendiği gibi kıyamet koptu.

Anlaşıldı ki, “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” bir “kağıt parçası” değildir; Genelkurmay Karargahında bir cuntacı ekip vardır, askerlik işlerini bir kenara bırakmış, siyaset işlerine dalmıştır; adeta bir siyasi parti gibi hareket etmekte, Hükümete karşı komplo peşindedir. Anlaşıldı ki, 27 Nisan muhtırasından sonra milletten yediği tokada rağmen, 367 krizinden sonra yaşananlara, 22 Temmuz seçiminde milletten tokat yenmesine, Cumhurbaşkanlığı krizi tecrübesine rağmen, bir kısım askerler askerlik yerine siyasetle uğraşmaya devam etmekte, yeni bir darbe ortamı yaratmanın ön hazırlıklarını yapmaktadırlar.

Yine hiç şaşırtıcı olmayan biçimde, kalem ve söz erbabının bir kısmı, “cuntacılardan hesap sorulsun” çağrısı yapacakları yerde, dünyada başka hiçbir demokratik ülkede yapılmayacak olanı yapıp, bu belgeyi kimin sızdırdığını sormaya, belgeyi ortaya çıkarmanın zamanlamasını sorgulamaya başladılar. Nereden baksanız ayrı bir facia da budur.

Söylemeye lüzum yok, TSK içinde birleri “bunu hep yapmaktadır.” Ortaya çıkarılan Eylem Planı türünün ilk örneği değildir. Osmanlının bir döneminde kazan kaldıran Yeniçeri geleneği, ardından İttihat ve Terakki cuntasının tecrübesi esasen askerin askerliği bırakıp siyaset yapmaya başlamasının bir ülkeye ne kadar ağır faturalar ödetebileceğini gösteren acı tecrübelerdir. Bunlardan ders alınmamış olmalı ki, 27 Mayıs darbesiyle başlayan ve en son 27 Nisan muhtırasıyla hortlayan darbeci-cuntacı gelenek, Cumhuriyet tarihine damgasını vurmuştur. Islak imzalı “Eylem Planı” bu kötü anlayışın bir kısım askerin iliğine işlediğine işaret etmektedir. Askerin durumdan vazife çıkarması, darbeye giden yolların taşlarının döşenmesi, bunun için ortamın hazırlanması, andıçlar, layihalar, Sarıkız’lar, Ayışıkları, Yakamoz’lar, Eldiven’ler ve en son eylem planları, artık bir neşter vurulması gereken, yüz yıllık bir kesintiden sonra yeniden bir dünya devleti haline gelme yürüyüşüne başlamış Türkiye’de asla rıza gösterilmemesi gereken, geçmişe ait kötü hatıralar arasına gönderilmesi gereken, menfur bir gelenektir.

Sayın Başbakan’ın yerinde olsam, Org. Başbuğ’u görevden almakta hiç tereddüt etmezdim. Sayın Başbuğ’un o pozisyonda kalmasını sakıncalı hale getiren olumsuz karnesi epeyce kabarmıştır. İlkin, göreve geldiğinin ilk haftası, vaktiyle Kıbrıs’ta şaibeli cinayetlere bulaşmış bir üst rütbeli askeri Ergenekon sanıklarının ziyaretine göndermiştir. İkincisi, Dağlıca ve Aktütün faciaları yaşanmış, bunların hesabını vermemiştir. Üçüncüsü, Ergenekon sanıklarının ceplerinde ele geçirilen krokilerden yola çıkarak yeraltından çıkarılan cinayet silahlarını “ateşleme yeteneği olmayan borular”mış gibi gösteren, küçümseyici beyanlarda bulunmuştur. Hiç üstüne vazife olmayan siyasi konularda beyanatlar vermiş, askerin yaptığı yanlışları eleştirenleri adeta tehdit etmiştir. Dördüncüsü, ıslak imzalı orijinali artık savcıların elinde olan cunta belgesi ilk deşifre edildiğinde “kağıt parçası” olarak nitelemiştir. Beşincisi, cuntacı ekibin deşifre olan elemanı Kurmay Albay Dursun Çiçek’i yargıya teslim konusunda hiç istekli davranmamış, önce tutuklanan Çiçek, 18 saat içinde apar topar kurtarılmıştır. Altıncısı, 50 civarında faili meçhul cinayetin sanığı olarak tutuklanan Kayseri Jandarma Alay Komutanı Temizöz’ü hâlâ görevinden almış değildir. Demokrasiyle bağdaşmayan hareketlerin içinde olanların TSK içinde “ba-rı-na-ma-ya-ca-ğı-nı” üstüne basa basa söylediği halde, bugüne kadar gereğini yapmamıştır. Son ıslak imzalı belge faciasından sonra, kendisinden beklenen, bütün demokratik ülkelerde beklenebileceği gibi, istifa etmesi olurdu, ama bunu yapmamıştır. İrtica ile Mücadele Eylem Planında olaya ne taraftan bakılırsa bakılsın, Org. Başbuğ’un sorumluluğu büyüktür. Olaydan haberi yoksa, Genelkurmay Karargahındaki cuntacı ekipten haberi yok, yani ekibine hâkim değil, demektir. Emri kendisi vermemiş ama olaydan haberi olmuşsa, cuntacı ekibi yargıya teslim etmediği için sorumludur. Hepsinden vahimi, emri veren kendisi ise, o pozisyonda bir an bile kalması doğru olmayan biri demektir. Başbakan Erdoğan’ın, yetiştirilme tarzının sonucu olarak askerin ya emir vermekten ya da emir almaktan anladığını, askere emir veremeyen siyasetçinin ondan emir almak zorunda kalabileceğini unutmaması gerekir. Rahmetli Özal’ın vaktiyle o pozisyona gelmesini uygun bulmadığı iki generali (Necdet Üruğ ve Necdet Öztorun) birden emekliye sevk edebildiği gerçeği, örnek olarak önümüzdedir. Dahası, olay bu kadarla da bitmemektedir.

Genelkurmay Karargahındaki cuntacı ekibin dağıtılması olayın sadece küçük bir boyutudur. Askerlerin kendilerini ülkenin gerçek sahibi, hamisi, banisi, patronu olarak görmesini, askeri darbeleri meşru bir vatan kurtarma eylemi olarak kabul etmesini sağlayan yanlış ve çarpık zihniyet değiştirilmedikçe, benzer girişimlerin her zaman olması kaçınılmazdır. Asıl mücadele edilmesi gereken, Harp Okulu’nu bitirip orduya katılan kimi genç subayların ilerde darbe yapıp Cumhurbaşkanı hayalleri kurmasının önüne geçmektir. Bunun yolu, askeri liselerden harp akademilerine kadar askeri eğitim ve doktrinlerin tepeden tırnağa gözden geçirilmesinden, askerin vazifesinin ülke yönetmek ve rejim korumak değil, ülkenin sınırlarını dış tehlikelere karşı korumak, ülkenin seçilmiş meşru hükümetinin belirlediği milli savunma politikasını uygulamaktan ibaret olduğunun zihinlere iyice yerleştirilmesinden geçmektedir.

Bu doğrultuda yapılması gerekenleri “kısa vadede yapılması gerekenler” ile “uzun vadede yapılması gerekenler” olarak iki başlık altında toplamak mümkündür. Kısa vadede yapılması gerekenler arasında en başta ordu içindeki cuntacı ekibin behemehal dağıtılması, yargılanması ve gereken cezalara çarptırılması gelmektedir. İkincisi, darbecilerin gözünde darbelerin meşrulaştırılmasını sağlayan meşhur İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesi lağvedilmelidir. Üçüncüsü, askerleri askerlikle ilgisi olmayan suçlarda sivil mahkemelerin yargılamasıyla ilgili tüzük ve yönetmelikler süratle çıkarılarak kanuna işlerlik kazandırılmalıdır. Orta ve uzun vadede yapılması gereken işler ise Genelkurmayın statüsü, askerlerin yetiştirilme tarzı ve darbecilerin yargılanmasıyla ilgili işlerdir. Bu çerçevede yapılması gerekenlerden biri Genelkurmayın, demokratik ülkelerde olduğu gibi, Savunma Bakanlığı’na bağlanması, askerin protokoldeki yerinin özgürlükçü bir sivil demokraside olması gereken noktaya çekilmesidir. İkincisi, askeri mahkemeler sadece askerlik göreviyle ilgili teknik sorunlarla ilgilenen bir tür ihtisas mahkemesi haline getirilmeli, askeri hiyerarşi içinde suistimale çok açık “disiplinsizlik suçları” dâhil her türlü ihtilafın çözümü sivil mahkemelere bırakılmalıdır. Üçüncüsü, askeri harcamalar Sayıştay denetimine, askeri yargılamalar Yargıtay denetimine açılmalıdır. Dördüncüsü, Ergenekon davasına verilebilecek bütün siyasi-toplumsal destek verilmeli, gidilebilecek son noktaya kadar gidilmeli, sözümona vatan kurtarma amacıyla ülkenin yarım yüzyılını karartmış olan karanlık çete bir daha belini doğrultmamak üzere çökertilmelidir. Hepsinden önemlisi de, yukarıda belirtildiği üzere, askeri liselerin, harp okullarının, harp akademilerinin ve doktrinasyon birimlerinin eğitim müfredatı Türkiye’nin yeni vizyonu, çağın gerekleri ve demokratik standartlara göre baştan aşağı gözden geçirilmelidir. Eğitim müfredatında bulunması muhtemel, askeri milletten ve sivil toplumdan ayrı ve üstün gösteren, Türkiye’nin bütün komşularını ve dış dünyayı düşman olarak gören, orduya rejimi koruma ve kollama görevi veren, darbeleri ve cuntaları meşrulaştıran bütün unsurlar ayıklanmalıdır. Askeri müfredatın, askerin sivil otoritenin emrinde bir memur olduğu, görevinin ülke sınırlarının güvenliğini sağlamak olduğu, siyasete hiçbir biçimde bulaşmaması gerektiği, ülkeye en iyi, sadece askerlik yaparak hizmet edebileceği bilinciyle yetiştirilmesini sağlayacak bir müfredat olduğundan emin olunmalıdır. Nihayet ister Ergenekon davasıyla birleştirilerek, isterse ayrıca, 12 Eylül darbesi yargılanarak darbecilerin eninde sonunda sadece millet vicdanında mahkûm edilmesiyle kalmayacakları, fiilen sivil mahkemelerde de yargılanarak cezalandırılacakları, kısaca darbe ve cunta macerasının sonunun hapishane olduğu gösterilmelidir. Son ıslak imzalı cunta belgesinin ortaya çıkması orduda köklü bir temizlik harekatına ve cuntacı zihniyetle mücadeleye girişmek için bulunmaz bir fırsattır; iyi değerlendirilebilirse, Türkiye’nin Balkanlar’dan Orta Asya’ya nüfuzu yayılmış saygın bir dünya devleti haline gelme süreci büyük ivme kazanacaktır.

09.11.2009

Bu Yazıyı Paylaşın

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et