Türkiye’nin yükselen profili dünyada hayranlıkla, belki de yer yer kıskançlıkla izleniyor. Bir yandan demokratik istikrarı pekiştirici adımlar atılırken öte yandan da toplumsal refahı artırıcı tedbirlerin alınabilmesi hayranlığın nedeni. Bu iki hedefin gerçekleşmesinde sessiz ve derinden gelen bir faktör ise Türkiye’nin yeni dış politikası.
Artık dış politika hem demokratikleşmeyi güçlendiriyor çünkü çatışmaya değil işbirliğine odaklanıyor hem de ekonomik kalkınmayı hızlandırıyor çünkü oluşan barış ve işbirliği ortamı güveni artırırken ticareti de geliştiriyor.
2003’ten cumhurbaşkanı seçilinceye kadar dışişleri bakanı olarak görev yapan Abdullah Gül, işte bu dönüşümün mimarı. Onun dışişleri bakanlığı dönemi Kıbrıs meselesinin çözümüne en çok yaklaştığımız, AB ile üyelik müzakerelerine başladığımız ve komşularla ilişkilerde yeni bir sayfa açtığımız yıllar oldu.
Sonuç; Türkiye’nin bölgesinde barış kurucu, istikrarlaştırıcı rolünün küresel güvenlik arayışları için vazgeçilmez bir değere dönüşmesi… Bölgesinde kriz yaratan değil sorun çözen, tarafları bir araya getiren bir Türkiye bölge için de, dünya için de büyük bir kazanım.
Bu yeni politika bizim için de son derece değerli; çünkü etrafıyla kavga eden bir Türkiye’nin demokratikleşme sürecini tamamlaması ve halkına refah üretmesi mümkün değil. Bu iki hedefi birlikte gerçekleştirdikçe dünyada Türkiye’nin etkisi ve hatta gücü iyice belirginleşiyor. Savaş makinesine dayanan bir güç değil bu; kaynağı demokrasi, iç barış, özgürlükler rejimi ve piyasa ekonomisi içinde yaratılan refah… Bu yeni model özellikle Avrupa’da iyi anlaşılıyor ve modelin mimarları takdir ediliyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e yarın İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth tarafından takdim edilecek olan 2010 Chatham House Ödülü bunun bir ifadesi.
Chatham House (Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü) dünyanın en eski düşünce kuruluşlarından. 1920 yılından beri faaliyette. Araştırmaları, yayınları ve konferanslarıyla siyasetçilerin, diplomatların ve akademisyenlerin yakından izlediği etkili bir kurum. Geçen yıl Brezilya Devlet Başkanı Lula’ya verilen Chatham House Ödülü’nün bu yıl Cumhurbaşkanı Gül’e takdim edilmesi dikkat çekici. Brezilya’nın ardından Türkiye’ye gösterilen teveccüh anlamlı. Chatham House deyip geçmeyin; küresel düzeyde trendleri en iyi izleyen ve kestiren kurumlardan birisi. Cumhurbaşkanı Gül’ün ve de Türkiye’nin yükselen bölgesel ve küresel etkinliğinin bir yansıması bu ödül.
Cumhurbaşkanı’nın hem Türkiye’de hem de dünyada barıştırıcı ve ılımlılaştırıcı yaklaşımı, Irak, Afganistan ve Pakistan’da çatışma çözücü süreçlere katkısı, Ermenistan’la yakınlaşma inisiyatifi alması ve Avrupa Birliği sürecinde ve demokratikleşme reformlarında oynadığı rol Chatham House’un ve de dünyanın kayda değer bulduğu çabalar kuşkusuz. Bunlar da Köşk’te oturmakla olmuyor tabii; makamın hakkını vermeyi, onu sorun çözücü, barış kurucu bir güce dönüştürmeyi gerektiriyor. Cumhurbaşkanı Gül’ün yaptığı gibi…
Tam da bu bağlamda Cumhurbaşkanı Gül’ün Kıbrıs’ta çözümü kolaylaştırıcı, AB sürecini hızlandırıcı, Kürt meselesinde köprüler kurucu ve güven artırıcı misyonunu devam ettirmesi son derece elzem. Londra seyahatinde söylediği ‘Dağdakilerin inmesinin yolunu da biz göstermeliyiz’ sözü çözüm için yeni inisiyatifler alınabileceğini ifade ediyor, ‘iyi şeyler olacak’ umutlarını artırıyor.
Umutlanmak herkesin hakkı da. Türkiye demokratikleştikçe sorunlarını çözme kapasitesi de gelişiyor. Bunu en iyi bilenlerden biri de Cumhurbaşkanı Gül olmalı. 2007’ye dönüp baktığımızda cumhurbaşkanlığı seçiminde askerî bürokrasi ve yargının çıkardığı krizin milli irade tarafından çözülme biçimi demokrasinin pekişmesinde bir dönüm noktası oldu. 2007 cumhurbaşkanlığı seçimiyle pekişen demokrasi, bugün vatandaşından cumhurbaşkanına bütün bir Türkiye’nin dünyada itibarını artırıyor. Cumhurbaşkanı Gül, Chatham House Ödülü’nü Kraliçe’nin elinden ‘yalnız ve gururlu halkı’ adına değil, bence ‘gururlu ve dünyada dostları ve itibarı olan halkı’ adına alacak.
Zaman, 09.11.2010