Çocukları devletleştirmek

Hükümeti zora sokmayı, sıkıştırıldığı köşede üzerine üzerine gitmeyi hiç istemiyorum. Ama bir yazar da bu kadar provoke edilmez ki…
Zafer Üskül’ün ardından, aileden sorumlu bakanımız da çocukları evlerinden devşirip devletin çocuk çiftliklerine koymaktan ve orada “zımba gibi vatandaşlar” olarak yetiştirmekten bahsederse biz nasıl olacak da susacağız?

Siyasetçilerin, özellikle de iktidardaki siyasetçilerin biz köşe yazarları gibi, doğru bildikleri her şeyi hemen gündeme getirmek diye bir lüksleri olmadığını biliyoruz. Bir şeyin doğru olması başkadır, uygulanabilir olması başka… Doğruluğuna inanırsınız ama hayata geçirmek bir güçler dengesi meselesidir. Bir siyasetçi için, doğru bir fikri -ya da projeyi- yeterli gücü yokken, yani yanlış zamanda gündeme getirmek vahim bir siyasi hatadır; zira o fikri ezdirmekten başka sonuç doğurmaz.

Ne var ki böyle fikirler siyasetçi istemese de gündeme gelebilir. İlkeli bir siyasetçinin böyle durumlarda yapacağı şey, meseleyi o zeminde tartışmayı reddetmek, başkalarının yarattığı gündemin peşine takılmak yerine gündemin inisiyatifini ele geçirmektir; panik içinde tüm ilkelerini tarumar ederek o anki “sıkışmışlık” durumundan kurtulmaya çabalamak değil!

Zafer Üskül Hoca benim tanıdığım, değer verdiğim, son derece ilkeli bir bilim insanıdır. Ve inanın şu sözleri nasıl söylediğine hâlâ inanamıyorum:

“Aileler mevzuata karşı koymakta direnirse suç işliyorlar demektir. Valilerin görevlerini yapmaları gerekir. Bu iş daha ileriye giderse, aile çocuğu baskı altına alırsa o zaman çocuk aileden alınır. Tüm bu yetkiler devletin elindedir. (…) İdare önce veliyi ikna etmeye çalışır. İkna olmazlarsa cevaz var. Öğrenim özgürlüğü engelleniyorsa çocuk alınarak öğrenim görmesi sağlanır.”

Bu laf söylendiği anda, benim için konu, başörtüsü olmaktan çıkmış, başörtüsü yasağı tartışmasını aşıp çok ama çok daha vahim bir noktaya gelmiştir.

Düşünün; dünyada en basit bir hizmetin ya da bir işletmenin bile devletin elinden alınıp özelleştirilmesinin konu edildiği bir çağda, AK Parti ileri gelenleri çocuğu devletleştirmeye kalkıyorlar. Hem de hangi gerekçeyle? Ailenin “mevzuata uymadığı” gerekçesiyle…

Peki ya o mevzuat temel insan haklarına aykırıysa? Koskoca bir temel hakkın, her ailenin çocuğunu benimsediği değerler doğrultusunda ve sahip olduğu inanca uygun bir biçimde yetiştirme hakkının söz konusu olduğu yerde kim takar sizin kıyafet mevzuatınızı?

İnanın bana, bu durum bizim askeriyenin, koskoca Anayasa, evrensel hukuk orta yerde dururken kıytırık bir İç Hizmet Kanunu’na dayanarak darbeyi meşrulaştırmaya kalkışmasından daha vahim bir durum.

***

Ben şimdi burada kalkıp da çeşitli uluslararası hukuk metinlerinin “Çocuk kimindir; ailenin mi, devletin mi?” sorusuna ilişkin olarak verdiği net cevapları tekrarlayacak değilim. Sadece, o uluslararası metinlerin bu konuda bu kadar hassas olmasının tarihi arka planını hatırlatmak istiyorum.

Çocuğun ailenin değil devletin “malı” olarak görüldüğü; “toplum” adına devlet tarafından el konulmasının meşru telakki edildiği rejimlere bir bakalım: Bu hikâyenin başlangıcı Fransız ihtilaline kadar gider ama karikatürünü Stalin’in Sovyetler Birliği’nde görürüz. Sovyet Rusya’sında çocuk sosyalist rejimi geleceğe taşıyacak bir araçtan başka bir şey değildir. Esasında bu rejimde kadın da sosyalist anavatana sadık çocuk yetiştiren bir araçtan başka bir şey değildir. Rejim ne kadar totaliterse, devletin çocuk üzerindeki hak iddiası da o kadar artar. Dolayısıyla, bir rejimin ne kadar liberal olduğuna anlamak için çocuğa bakışı temel bir kriterdir.

Bizim cari rejimimizin durumu nedir derseniz, Stalin Rusya’sı kadar olmasa bile, epey totaliter bir çizgide durduğumuzu söyleyebilirim.

“Devlet, istiklal ve Cumhuriyetimizin emanet edildiği gençlerin müspet ilim ışığında, Atatürk ilke ve inkılâpları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı yetiştirme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbirler alır. Devlet, gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır.”

Böyle der Anayasa’nın 58’inci maddesi…

Böyle der de bu madde, AK Parti’nin son yıllarda savunduğunu söylediği “bir hizmet örgütü olarak devlet” kavramıyla ne kadar bağdaşır? Nerede görülmüştür, hizmetkârın ev sahiplerinin çocuklarının eğitimine, içkisine, kumarına karıştığı, sağlıklarını koruma misyonu yüklendiği? Hem ideolojik devlete karşıyım diyeceksiniz, hem de ideolojik devletin alamet-i farikası diyebileceğimiz “devletin çocukları ve gençleri ideolojik olarak biçimlendirme hakkı”nı savunacaksınız!

Biz devletin kendi görev sınırlarına çekilmesini isterken, sadece ekonomiden değil asıl insanların hayatından çekilmesini kastediyoruz. Tek tek insanların hayatları üzerinde söz ve karar sahibi olmamasını; genç kuşakları endoktrine etmeye kalkışmamasını; kimin nasıl yaşadığına, nasıl bir eğitimi tercih ettiğine, çocuğunu nasıl yetiştirdiğine, nasıl bir aile kurduğuna karışmamasını talep ediyoruz.

Ve ne yazık ki bugün bu hakkı, bu endoktrinasyondan en çok sıkıntı çeken insanların temsilcisi olan bir hükümete karşı savunmak zorunda kalıyoruz.

Garip değil mi…

Bugün, 25.10.2010

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et