İlk önce DTP’nin eski genel başkanı ve yasaklı siyasetçi Ahmet Türk’e Samsun’da saldırıldı ve burnu kırıldı. Daha sonra bakan Taner Yıldız’a Kayseri’de öğretmen olan biri saldırdı ve burnunu kırdı. Bu iki olayda da fiziksel saldırı, yumruğun inmesi şeklinde oldu. Yumrukta sembolleşen şiddet ve vahşete, kişisel olmanın ötesinde kolektif bir anlam ve değer verilmeye çalışılmaktadır. Başka bir ifade ile bu yumruklar, bir kahveci çırağının ya da beden eğitimi öğretmeninin yumrukları değil, ‘çılgın Türklerin’ yumruklarıdır şeklinde herkese bir korku ve yıldırma mesajı verildi.
Doksan yıla yakın bir süredir devlet eliyle bu topraklarda şiddet ve fanatizmi içselleştirmiş saldırgan ve yıkan bir insan tipi yaratılmaya çalışılmaktadır. Ülkemizin kalabalık olmaktan çıkıp bir topluma dönüşememesinin en önemli nedenlerinden biri, içselleştirilen şiddet ve fanatizmdir. Saldırganlık ve yıkıcılık, insanları toplum yapmaz, sadece onları güruh kalmaya mahkum eder.
Özellikle iki binli yıllardan itibaren yaşadığımız coğrafyayı, saldırganlık ve yok ediciliğe mahkum etmek için sistematik ve planlı bir toplumsal mühendislik projesi uygulandı. Bu yeni toplumsal mühendislik projesinin adı “Çılgın Türklerdi.” Yirmi birinci yüzyılın ilk on yılını geride bıraktığımız bugünlerde yaşadıklarımız, ‘Çılgın Türkler’ yaratma projesinin başarılı bir şekilde uygulandığını görüyoruz. Burada ‘çılgın’ nitelemesi gözü karalığı, yıkıcılığı, savaşkanlığı ve saldırganlığı ifade etmektedir. Akıl, düşünme, okuma, kavrayış, farklılıkları anlama, ötekileştirmeme ve bir arada yaşama gibi kavram ve değerler, ‘Çılgın Türkler’ ideolojisine çok yabancı ve zıttır. Yaratılmak istenen ‘Çılgın Türkler’ tipolojisine göre, dünya ‘Çılgın Türkler’ ve düşmanlarından oluşmaktadır. Türkler, çılgın nitelikleri sayesinde bütün düşmanlarını yenecek güce ve gözü karalığa sahiptirler.Son olaylar, yumruğu çılgınlar ideolojisinin ana sembolü haline getirmiştir.
Bu ideolojinin kitabı yazıldı. ‘Çılgın Türkler’ yaratmak için, Çanakkale ve Türk-Yunan Savaşları çok kullanıldı. Bu da yetmedi, Metal Fırtına ve Amerika Bizimdir gibi kitaplarla ‘Çılgın Türklerin’ Amerika gibi süper bir güce kafa tutabilecek cesarete ve Amerika’yı ele geçirebilecek düzeyde çılgın bir cürete sahip oldukları kurgusu yapıldı ve birçok kişi bu kurgulara inandırıldı.Kurtlar Vadisi gibi diziler de insanları daha da çılgınlaştırdı ve şiddeti sıradanlaştırdı, şiddetle duyan, düşünen ve davranan bir güruh yarattı.
Ülkeyi bütünüyle kuşatacak şekilde bir ‘Çılgınlar ağı’ kurulmaya çalışıldı. İzmir, Mersin ve Trabzon gibi şehirler, ‘çılgınların’ pilot bölgeleri olarak seçildi. Karadeniz bölgesi üzerinde özellikle çalışıldı. ‘Çılgınların’, ülkenin her tarafında olduğu korkusu herkese hissettirildi. ‘Çılgınlar’, ilk önce Samsun’da Ahmet Türk’ü yumrukladılar, daha sonra bir bakanı Kayseri’de yumrukladılar. Daha önce de TAYAD’lılara karşı Trabzon’da linç girişiminde bulundular. Malatya’da misyoner doğradılar, Trabzon’da rahip öldürdüler, Ankara’nın ortasında Danıştay’ı basıp masum insanları öldürdüler.
‘Çılgınlar’, en flaş eylemlerini Hrant Dink’i öldürerek gerçekleştirdiler.Hrant’ın katili, yaratılmak istenen ‘Çılgın’ tipinin bütün özelliklerini taşıyordu. Katil, vatan söz konusu olduğunda her şeyin teferruat olduğuna inanan bir çılgın kahraman olarak lanse edildi. Emniyette Hrant’ın katiline bu profili yansıtması için çok uygun bir dekor hazırlandı ve basında bu dekorun resimleri yayınlandı. Son günlerde yaşanan yumruk olaylarından sonra ‘Çılgınların’ gazetesinde yazan malum kişi, yumruklu saldırıları bütün toplumun arzusu ve yumruğu olarak sahiplendi ve savundu.
‘Çılgınlar’ ideolojisi hepimize saldırgan, yok eden ve yıkan gözü kara bir tipi dayatmaktadır. Başka bir ifade ile bu ideoloji, hepimize bir Ogün Samast ya da Yılmaz Özdil olmaya zorlamaktadır. Hrant’ın cenazesinde binlerce insan, Ogün Samast ya da Yılmaz Özdil olmayı değil, duygularını ve düşüncelerini nefret ve düşmanlık yerine insanlıkla dolduran Hrant olduklarını haykırmıştı. Son yumruklama olayları, Ogün Samast veya Yılmaz Özdil gibi ‘çılgınlar’ olmak mı yoksa Hrant gibi sahici bir insan olmak mı üzerinde düşünmemizi ve tercihte bulunmamızı gerektirmektedir. Samast-Özdil tipolojisi, Kürt sorunu, Alevi sorunu, Roman sorunu, Kıbrıs sorunu gibi hiçbir sorunumuzun çözülmesini değil, yumrukla sorun görülen herkesin ortadan kaldırılabileceği etrafında kurgulanmıştır.Başka bir ifade ile bu tipolojiye hayır ya da evet demek, nasıl bir insan ve toplum olduğumuzla yakından ilgilidir.Gerçek anlamda insan ve toplum olmak için biz ırk, coğrafya ve çıkarlar uğruna ırkçı veya katil olmak istemiyoruz. Sadece ve sadece insan olmak istiyoruz. Olmak istediğimiz insan ‘çılgın’ değil, akıl, düşünce, duygu ve davranış düzeyinde özgürlük, adalet, hak, farklılık ve barış değerlerini anlamış, kavramış ve bu değerlerle donanmış ‘olgun’insandır.
21.04.2010