Ne zaman bir meselenin içine Kıbrıs konusu sokuşturulsa ‘işkillenirim’. Çünkü bilirim ki Kıbrıs, ‘Ergenekon’un en başarılı olduğu operasyon alanıdır. Otoriter siyasetin yaşaması için gerekli oksijen adadan gelir. Denktaşgillerle işbirliği yapan ekibin 2004’te Kıbrıs bahanesini kullanıp darbe yapmaya kalkıştığını bilmeyen kaldı mı?
Şu sıralar hükümetin Kıbrıs konusuna sarılmasını anlamıyorum dolayısıyla. Başbakan’ın adaya yaptığı ‘tarihî’ ziyaret, ardından AB’ye Kıbrıs konusunda ‘müzakereler biter’ restinin çekilmesi ve son olarak da ‘törenle’ atılan kıta sahanlığı imzası… Bu arada Rumların adanın güneyinde başlattıkları doğalgaz arama çalışmalarının gerekirse donanma gücüyle durdurulabileceği ve KKTC ile birlikte yapılacak aramalara donanmanın eşlik edeceği sözleri… En son olarak da Akdeniz’e açılan savaş gemileri…
Kimse kusura bakmasın, bu manzara bana unutmaya yüz tuttuğumuz ‘eski Türkiye’yi hatırlattı. Hatta 1970’lerin sonunda Ege’de sürekli olarak petrol arayan, fakat krizden başka bir şey ortaya çıkaramayan MTA-Sismik 1’in siyah-beyaz görüntüleri geldi aklıma.
Bakın, bugün Türkiye’nin bölgesinde yükselişinden söz ediyorsak bunun temelinde son on yılda izlenen ‘barış ve istikrarı’ kurucu dış politika var. Askerî güce değil ‘yumuşak güç’e dayandı bu politika. Gelişen demokrasisi, büyüyen ekonomisi ve derinleşen hukuk devleti anlayışıyla bölgenin çekim merkezi, insanların ilham kaynağı oldu Türkiye.
Böyle bir Türkiye’nin şimdi askerî güç gösterisine heveslenmesi bence son yıllarda geliştirilen dış politika vizyonu ve pratiğiyle çelişiyor. Etrafında kabadayılık yapan değil, bölgesinde çekim merkezi ve ilham kaynağı olan bir Türkiye daha güçlüdür.
Hükümet kadar sivil aktörlerin ve dinamiklerin yükselttiği yeni Türkiye’nin barışa ihtiyacı var, siyasetten de beklenti bunu sağlaması. Siz bölgesel siyasette ‘askerî gücü’ öne çıkarırsanız etrafınızdakileri korkutur, size karşı birleştirirsiniz. Siyasî tarih ‘yükselen güçlere’ karşı oluşan bölgesel ve küresel ittifak örnekleriyle doludur. Bu tür kutuplaşmalar da genellikle sıcak bir çatışmayla sonuçlanır.
Tuhaf şeyler oluyor. Sanki birileri Türkiye’yi dış maceraya sürükleyerek içerideki demokratikleşme sürecini sabote etmeye çalışıyor. Oysa memleketin ihtiyaç duyduğu şey, barış ve istikrar içinde anayasa yapımı dahil ‘yeniden yapılanma’ sürecini tamamlamak.
Oyun içinde oyunlar ve tuzaklar var. Geçenlerde Sabah gazetesi manşetten verdi: ‘Akdeniz’de büyük oyun’. Meğer Kıbrıs’taki sondaj krizinde atılan adımlar Genelkurmay kaynaklı planlanmış, projelendirilmiş. Anlaşılan hükümete kabul ettirilen ‘oyun planı’ için şimdi ‘psikolojik operasyon’ vakti…
Sabah’ın yalanlanmayan haberine göre; Genelkurmay, Karargâh’a davet ettiği akademisyenlere “Doğu Akdeniz’deki enerji rezervinin durumu savaş riskine değer mi?” sorusunu yöneltmiş. Yanıt, “evet” olmuş. Bunun üzerine Genelkurmay bölgeye ilişkin ayrıntılı raporlar hazırlamaya başlamış.
Hesaplarına göre rezervlerin değeri 7 trilyon dolarmış! Hadi inandık diyelim bu yalana, peki girilen ‘risk’ yüzünden şehit verilecek Mehmetçiklerin bir değeri yok mu? Eminim onlara da bir ‘değer’ biçmişlerdir. Yaşı, aldığı eğitim, yaşadığı muhit, yeme içme masraflarıyla 22 yaşında şehit düşen bir gencin ‘değerini’ masa başında hesaplamışlardır. Bu değerin onların kafasında 100 bin doları aşacağını sanmam. Bir yandan 100 bin dolarlık bir ‘adet’ asker, öte yandan 7 trilyon dolar! Bin çocuğumuzu kaybetsek, toplam kayıp 100 milyon dolar eder. Hadi diyelim işler kötü gitse, 10 bin ‘adet’ vatandaş ‘ex’ olsa bir milyar dolar eder kayıp. Geriye kalan kazanç büyük!
Genelkurmay’a çalışan bu aymaz akademisyenlere sözüm şu: Doğu Akdeniz’de bulacağınız hiçbir şey ‘bir tek gencin’ hayatını kaybetmesine değmez. Siz bir tek delikanlının anasının yüreğinde değerinin 7 trilyon dolardan az olduğunu mu sanıyorsunuz?
Ertuğrul Özkök versin gazı köşesinde, hükümet de (yoksa devlet mi deseydim?) sürsün savaş gemilerini ve Akdeniz’de batırsın ‘yükselen Türkiye’yi! Bunun için miydi yüzde elli oy?
23.09.2011